15 Nisan 2016 Cuma

Kıbleye yönelmek sadece düz bir dünyada mümkün olur

Arabistandaki bazı Selefi alimler dünya düzdür demektedirler.Zira dünya yuvarlak olsaydı kıble geçersiz olurdu demektedirler.Galiba haklılar.Yuvarlak bir dünyada yüzünü kabeye değil uzay boşluğuna çevirmiş olursun.Newyork'ta yaşayan biri ne yana dönerse dönsün Kabe'ye değil uzay boşluğuna yüzünü dönmüş olacaktır.Ne yana dönerse dönsün Kabeyi teyet geçmiş olacaktır.Onun için dünya yuvarlaktır demeyi kafirlik sayan Selefi alimler bile vardır.Ve Kuran dünyanın neresinde olursanız olun yüzünüzü Kabe'ye çevirin dediğine göre;demekki dünya düzdür demektedirler.Gerçektende Kuran dünyanın her neresinde olursanız olun yüzünüzü Kabe'ye çevirin demektedir.Dünyanın her yerinden yüzünü kabeye döndürebilmenin mümkün olduğunu sanmaktadır.Yani dünyanın düz olduğunu sanmaktadır.
Gerçekten de yüzünü göğe çevirip arandığını görmekteyiz. Seni, razı olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Hadi, yüzünü Mescid-i Harâm'a çevir. Sizler de her nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o tarafa döndürün...(Bakara 144-Kuran)
http://www.kuranmeali.org/2/bakara_suresi/144.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Yuvarlak bir dünyada kıble mümkünmüdür sorusu üzerinde durulmaya değer bir sorudur.Yuvarlak bir dünyada her yerden yüzünü kabeye çevirebilmek mümkünmüdür?Selefi alimler bunun mümkün olmadığına karar verdiler ve o halde dünya yuvarlak olmamalıdır sonucuna vardılar.Üzerinde düşünmeye değer bir konu. :)

14 Nisan 2016 Perşembe

Bilen Kavim Saçmalığı-Tercüme Hilesi

Muhammed'in sadece tek dile ve tek kavme geldiği yazılıdır Kuran da.O sadece Arap kavmi için gelmiştir yazıyor Kuranda.Bunu anladıkları için ve bunu örtbas etmek için bilerek tercüme hilesi yapıyorlar.Kendi kitaplarının anlamını bilerek tahrif ediyorlar.Ama bunun sonucunda çok komik ve çok tutarsız bir duruma düşüyorlar.
Fusiilet Suresinin 3. ayetini bilen kavim diye çeviriyorlar.Yada bilen topluluk diye çeviriyorlar.Çünkü ayette Lİ KAVMİN(لِّقَوْمٍ) kelimesi geçer.Buda tek kavim içindir anlamına gelir.Üstelik bu tek kavim içindir sözü Arapçadır sözüyle birleştirilmiştir.BU KURAN TEK KAVİM İÇİN ARAPÇADIR,BİLSİNLER DİYE(FUSSİLET 3-KURAN)
Ayette Kuran bütün diller içindir dememiş,bütün kavimler içindir dememiş.Bir kavim için Arapçadır demiş.Yani Arap kavmi için Arapçadır dediğini,etnik gönderme yapan bir ayet olduğunu iyi anlamışlar.Ve burada TEK KAVİM İÇİNDİR(لِّقَوْمٍ) sözünü örtbas etmek için Arap olmayan tercümanlar yeni bir kelime uydurmuşlardır:BİLEN KAVİM.
Ve ayeti şöyle çevirmişler:BU KURAN BİLEN BİR KAVİM İÇİNDİR.Ya da BİLEN BİR TOPLULUK İÇİNDİR.
1- Hiç bir Arap bunu bu şekilde okumaz ve bu şekilde anlamaz.
Araplarda ve Arapçada bilen kavim diye bir kavram yok.Arap kavmi var,İsrail kavmi var.Nuh kavmi var,Ad kavmi var.
(Ayette geçen Bilmek kelimesi kavmin sıfatı değildir,bilmek eylemdir,fiildir.Kavmin ilerde yapacağı bir eylemdir.Gelecek zamanda yapacakları bir eylemi ifade eder.Öğrenme eğleminin,bilme eyleminin gerçekleştirileceği bir süreçtir.Bilen kavim diye bir kavim türü yoktur.)
2-Fussilet 3 bilen bir kavim değil bilmeyen bir kavimden bahsediyor.Bilen kavmi değil bilmeyen kavmi bilgilendirmekten söz ediyor.Hatta bilgiden uzak ümmi-bedevi bir kavim olduklarından bahsediyor Kuran.(Kuran ortaya çıktığında Arap alfabesi bile yoktu.Nebati harfleri kullanılıyordu.Yada İbrani harfleri.Tarihsel olarakta cahil bir kavim oldukları,bilgisiz oldukları açıktır.)
Kavim zaten bilen bir kavimse,zaten bilgiliyse;o zaman neyini bilgilendireceksiniz?
''Bilgisiz kavimleri bilgilendirmek için kitaplar ve peygamberler yollanır''(İbni Abbas)
3-Diğer ayetler Fusilet suresindeki Kavmin bilgili değil bilgisiz kavim olduğu şeklindedir.Hatta diğer ayetler bu kavmin gaflet içinde bir kavim olduğunu söylüyorlar.Bu hilekar tercümanlar diğer ayetleri çevirirlerken;bu kavmin aslında bilen kavim değil bilgisiz bir kavim olduğu şeklinde çeviriyorlar.Çelişkiye düşmüş oluyorlar.Ümmilerden ve bedevilerden oluşan bilgisiz cahil bir kavim diyorlar.Ama Fussilet 3.ayeti çevirirken aynı kavim için bilen kavim diyorlar.Bilen kavimmi yoksa bilgisiz ümmi bir kavimmi karar veremiyorlar.
 Örneğin Meryem Suresi 97.ayeti çevirirlerken o kavmin bilge değil,bilgili değil;inatçı ve laf anlamaz bir kavim olduğunu söylüyorlar.
Kuranı senin lisanınla kolaylaştırdıkki onunla bir kavmi uyarabilesin.O kavim çok inatçı bir kavimdir(Meryem 97-Kuran)
Fussilet 3.ayette bilen kavim dedikleri bu kavme,daha sonraki ayetlerin çevirisinde bedevi kavim diyorlar.Bilgisiz ve ümmi kavim diyorlar.
Allah o ümmilere kendi içlerinden ümmi bir peygamber yolladı...(Cuma 2-Kuran)
Yani bilen değiller ümmi(bilgisiz,eğitimsiz) bir kavimler.Ve bir kısmıda hepten bedevi olan bir kavimdir bu kavim.
Ve bedevî Araplar’dan onlara izin verilmesi için özür beyan edenler ve Allah’a ve O’nun Resûl’üne yalan söyleyerek oturup, (geri) kalan kimseler geldiler....(Tevbe 90-Kuran)
Ve bedevî Araplar’dan Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ölmeden evvel ulaşma gününe) inananlar vardır...(Tevbe 99-Kuran)
Görüldüğü gibi BEDEVİ VE ÜMMİ BİR KAVİM.Bunun neresi bilen kavim? :roll:
Ve sonraki ayetlerde bilen kavim değil,cahil bilgisiz kavim olduğunu tercümanlarımız itiraf ediveriyorlar.
Seni ataları uyarılmamış olan,bu sebeple gaflet(cehalet) içinde olan o bir kavmi uyarman için gönderdik(YASİN 6 KURAN)
Yoksa onu kendisi uydurdumu diyorlar?Hayır o haktır.Senden önce hiç bir uyarıcı/peygamber gelmemiş olan o tek kavmi uyarman için sana indirildi(SECDE 3 KURAN)
Ve biz onlara senden önce bir uyarıcı/peygamber yollamadık,ders alabilecekleri kitaplarda vermedik(SEBE 44 KURAN)
"Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye;(enam 156-157)
Ve henüz ortada bilgili/bilen bir kavim olmadığına göre,bedevi ve ümmi olduklarına göre,bilme durumuna gelecekte ulaşacakları için, ayet aşağıdaki gibi tercüme edilmelidir:
Bu Kuran Arapça klındı,bir kavmin bilecek olması için(Fussilet 3-Kuran)
Ve burada önemli olan bir kavim içindir demesidir.Bütün kavimler içindir demiyor.
(Tabii Türkçe tercümelerde Lİ KAVMİN sözü yani bir kavim içindir sözü özenle saklanmaktadır.Oysa her Arap o ayetleri TEK KAVİM İÇİNDİR şeklinde okur ve ayetlerdeki Lİ KAVMİN sözünü açıkça görür.Hatta eski Araplar ve günümüzdeki bazı Araplar onlara AYETÜL KAVM derler.Yani kavim ayetleri.)
Kuran bir kavim içindir deyip bırakmıyor.O bir kavmin özelliklerinide sayıyor.İşte o tek kavim;
1-Arapça indirilmeseydi neden dilimizde indirilmedi diyecek olan bir kavim:
Eğer onu Arapça bir Kuran yapmasaydık neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan bir Kuran olurmu hiç derlerdi(Fussilet 44-Kuran)
Peki ya Türkler deseki neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe inmeyen kitap olumu hiç deseler?Ayet Türklere bu itiraz hakkını tanıyor.
2-Muhammed'den önce ataları uyarılmamış bir kavim;
Seni ataları uyarılmamış olan o bir kavmi uyarman için gönderdik(YASİN 6 KURAN)
(Ahhh,bütün kavileri uyarman için demeyi unutmuş olmalı) :lol:
Yoksa onu kendisi uydurdumu diyorlar?Hayır o haktır.Senden önce hiç bir uyarıcı/peygamber gelmemiş olan o tek kavmi uyarman için sana indirildi(SECDE 3 KURAN)
3-Arapça olanı anlayan Arapça olmayanı anlamayan bir kavim:
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Şimdi bu ayeti Japonlara uygulayın;ey japonlar,Kuranı anlayabilesiniz diye Arapça indirdik.Görüldüğü gibi Araplardan başkasının anlayıp anlamaması hiç umursanmıyor.Kuranın Arap olmayanlara değilde Araplara indiği çok açıktır.
Korunsunlar diye pürüzsüz Arapçadır,başka değil(ZUMER 28 KURAN)
O halde Türklerin korunması içinde pürüssüz Türkçe bir kitap inmelidir.Japonların korunması içinde pürüssüz Japonca bir kitap inmelidir.
Tek kavim dedikten sonra;o tek kavmin Arapça konuşan Arap Kavmi olduğunu,öteki kavimler olmadığını ayetler böyle apaçık ortaya koyuyorlar.
Zaten Kuran derki:her kavim sadece kendi dilini konuşan bir peygamberle sınanmalıdır,her kavim sadece kendi dilinde inen mesajdan sorumlu tutulmalıdır.Hiç bir kavme kendi dilinde olmayan bir peygamber yollanmamalıdır Kuran'a göre.Peygamber ve sorumlu tutulacak kavim farklı dilden olmamalı,aynı dilden olmalıdır.Peygamber kavim dışı olmamalı,o kavimden olmalı.
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle sesleniriz.O kavimden olan bir peygamberle sesleniriz.Böylece onlara anlatabilir(İbrahim 4-Kuran)
Böyle bir Tanrı Japonlarada Japon kavminin kendi diliyle selenmek isteyecektir.Japonlara Japon bir peygamberle seslenmek isteyecektir.Bu ayet çift anlamlıdır;onun için aşağıdaki gibi çevirmekte mümkündür.
Biz peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin(İbrahim 4-Kuran)
Bu ayetten her peygamberin sadece kendi dilini anlayan kendi kavmi için peygamber olabildiğini,dilini anlamayan yabancı kavimler için peygamber olamayacağını açıkça anlıyoruz?

3 Nisan 2016 Pazar

Kavmin Peygamberi-Peygamberin Kavmi

Semaları ve gökleri yaratması gibi,sizin renklerinizin ve dillerinizin farklı olmasıda Allahın ayetlerindendir(RUM 22 KURAN)
Kuran hem geçmiş peygamberleri hemde Muhammedi sadece tek kavmin peygamberi olarak sunar.Yani Musa sadece İsrail kavminin,Hud sadece AD kavminin Muhammed de sadece Arap kavminin peygamberidir.
Kuran peygamberlik olayını dil kavim ayrışmasına bağımlı görmektedir ve Muhammed bunun istisnası değildir.
İbrahim suresi 4 nolu ayette,HER PEYGAMBERİN SADECE KENDİ DİLİNİ ANLAYABİLEN KENDİ KAVMİNE YOLLANDIĞI şeklinde bir anlam vardır.
http://www.kuranmeali.org/14/ibrahim_suresi/4.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Yani hiç bir peygamber kendi dilini bilmeyenlere gönderilmiyor.Böylece her peygamber sadece kendi dilini anlayan kendi kavminin peygamberi olabiliyor.Yani peygamberin diliyle sorumlu tutulacak kavmin dili aynı olmalıdır.Farklı olmamalıdır.
Bu sebeple Rad suresi 7 nolu bütün kavimlerin her birinin ayrı bir peygamberi olmalıdır diyor.
Ona bir mucize indirilseydiya derler.Sen sadece uyarıcılardan birisin ve bütün kavimlerin her biri için ayrı bir peygamber vardır(RAD 7 KURAN)
...deki ben sadece bir uyarıcıyım,bir kavim için,inansınlar(ARAF 188 KURAN)
Bunun örneklerine bakarsak konu daha iyi anlaşılır;
Ve andolsun ki; Nuh'u kendi kavmine(kavmihi-قَوْمِهِ) gönderdik.Muhakkak ki ben, sizin için ifadesi açık ve kesin bir uyarıcıyım dedi(HUD 25 KURAN)
Ad kavmi inkar etti.Hud un kavmi Ad uzak kaldı rabbinden(HUD 60 KURAN)
Ve Ad kavmine kardeşleri Hud dediki,ey kavmim(ya kavmi-يَا قَوْمِ)-HUD 50 KURAN
ve Salih Semud kavmine dediki ey kavmim(HUD 61 KURAN)
Medyene gönderdiğimiz,Şuayb dediki ey kavmim(ya kavmi-يَا قَوْمِ)-ARAF 85 KURAN
Onlara şu haberini oku:hani Nuh kendi Kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim!(ya kavmi-يَا قَوْمِ )-YUNUS 71 KURAN
Sonra onun ardından peygamberler gönderdik,her birini kendi kavmine(ilâ kavmi him-إِلَىٰ قَوْمِهِمْ)...(YUNUS 74 KURAN)
Muhammed de bunun istisnası değildir.
Muhammed'de sadece tek kavme ve tek dile özeldir.
Seni ataları uyarılmamış olan o bir kavmi uyarman için gönderdik(YASİN 6 KURAN)
Yoksa onu kendisi uydurdumu diyorlar?Hayır o haktır.Senden önce hiç bir uyarıcı/peygamber gelmemiş olan o tek kavmi uyarman için sana indirildi(SECDE 3 KURAN)
Ve biz onlara senden önce bir uyarıcı/peygamber yollamadık,kitaplarda vermedik(SEBE 44 KURAN)
"Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye;(enam 156-157)
Ve peygamber şöyle diyecek;ey rabbim kavmim bu Kuranı terk etti(FURKAN 30 KURAN)
Diğer kavimlere hiç değinmiyor,görüldüğü gibi.Diğer kavimler tamamen peygamberin kapsam alanı dışında.
O senin için ve kavmin için bir zikirdir.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız(ZUHRUF 44 KURAN)
Görüldüğü gibi;bütün kavimler ondan sorumludur demiyor.
Kitabı sana yollayışımızın bütünü,kendi içinde bölünmüş olan bir kavmin sorunlarını çözmenden ibarettir(NAHL 64 KURAN)
Bu ayette Kuran kendisinin bütün amacının;tek kavmin sorunlarını çözmekten ibaret olduğunu söylüyor açıkça.
Kuran,bir kavim için arapça düzenlendik ki,bilsinler(FUSSİLET 3 KURAN)
http://www.kuranmeali.org/41/fussilet_suresi/3.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Bütün kavimler içindir demiyor ayet.Ve Türkçe tercümelerde bu ayetteki Lİ KAVMİN(li kavmin-لِقَوْمٍ) ifadesi görmezden gelinir.Tercümanların bu kelimeyi özenle atlamaları,Kuranın tek kavme özel oluşunu anladıklarını ve örtbas etmeye çalıştıklarını gösteriyor.Oysa bu bile başlı başına haksızlıktır.Çünkü her Arap bu ayeti okurken TEK KAVİM İÇİNDİR(li kavmin-لِقَوْمٍ) sözünüde açıkça okumuş oluyor.Ama tek kavim içindir sözünü bizlerden tercüme hileleriyle saklayabiliyorlar.Ve Araplarda tek versiyon Kuran olduğu halde,bizde birbirine uymayan ve tercüme hileleriyle dolu 40 taneden fazla Kuran meali var.Bu Arap olmayanlara yapılmış bir haksızlıktır.
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Şimdi bu ayeti Japonlara uygulayın;ey japonlar,Kuranı anlayabilesiniz diye Arapça indirdik.
Ve andolsun; onlara bir kitap getirdik,bir kavmin inanması için(ARAF 52 KURAN)
(li kavmin yu'minûne-لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ)
...ayetleri ayrı ayrı açıklıyoruz bir kavmin bilmesi için(ARAF 32 KURAN)
(li kavmin ya'Alemûne-لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ)
Sen ders aldın demesinler diye,onu beyan ediyoruz,bir kavim için,bilsinler(ENAM 105 KURAN)
..âyetleri birer birer, detayları ile açıkladık,bir kavim için(li kavmin-لِقَوْمٍ) bilsinler(ENAM 97 KURAN)
...Allahın hükümleri,bir kavmin kesin inanması için(MAİDE 50 KURAN)
(li kavmin yûkınûne-لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ)
..Allah hdudutlarını açıklıyor,bir kavim(Li kavmin-لِقَوْمٍ) için,bilsinler(BAKARA 230 KURAN)
...biz ayetleri açıkladık,bir kavim için(li kavmin-لِقَوْمٍ) yakin olsunlar diye(BAKARA 118-KURAN)
**************
EĞER KAVMİN PEYGAMBERİ O KAVMİN KENDİ DİLİNDEN VE KENDİ İÇİNDEN DEĞİLSE BU DURUM PROBLEMLİ BİR DURUMDUR-KURAN BU DURUMUN ARIZALI OLACAĞINI SÖYLÜYOR:
Eğer onu Arapça kılmasaydık,neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
http://www.kuranmeali.org/41/fussilet_suresi/44.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Peki ya Türkler deseki neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe inmeyen kitap olumu hiç deseler?Ayet Türklere bu itiraz hakkını tanıyor.
Kuranın Arap olmayanlara değilde Araplara indiği çok açıktır;
Biz onu Arap olmayanlara indirseydik(Şuara 198 KURAN)
Gelip onlara okunsaydı ona inanmayacaklardı(Şuara 199 KURAN)
Yani bir kavmin sorumlu olacağı kitabı o kavmin kendi dilinde indirmemek,o kavimden olmayan birine indirmek sakınca yaratırdı.
Andolsun ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri o kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.(NAHL 103 KURAN)
Arapça dışı bir dilin Araplarla muhatab edilmesine tahammül olmadığını gösteren bir ayettir Nahl 103 nolu ayeti.Yani Arap yabancı dildeki dini mesajla muhatab edilmemeli kısmına iyi değiniyor.
Korunsunlar diye pürüzsüz Arapçadır,başka değil(ZUMER 28 KURAN)
Allah her bir kavme başka değil,sadece o kavmin kendi dilinde seslenir.O kavimden olan bir peygamberle bunu yapar(İBRAHİM 4 KURAN)
http://www.kuranmeali.org/14/ibrahim_suresi/4.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Böyle bir Tanrı Türk kavminede Türkçe inen bir kitapla ve Türk bir peygamberle seslenmek isteyecektir.Türk olmayan bir peygamberle yada Türkçe inmeyen bir kitapla değil.Kuran’ın anlattığı Tanrı böyle bir Tanrıdır.
İbrahim suresi 4.ayetin esas tercümesi yukardaki gibidir.Ama dinciler bu haliyle çevirmeyip ikincil anlamıyla çeviriyorlar ayeti.Ve aşağıdaki gibi veriyorlar:
Biz peygamberleri başka değil,sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin(İbrahim 4-Kuran)
Onların tercümesinde bile peygamberin kendi dilini anlamayan yabancı kavimlere değil sadece kendi dilini anlayan kendi kavmine gönderildiği çok açıktır.Yani peygamberin diliyle sorumlu tutulacak kavmin dilinin aynı olması gerektiği onların tercümelerinde bile açıkça görülüyor.
Kuran peygamberliği kavimsellikle sınırlıyor.Eğer o tek kavme özel olmasaydı yukardaki ayetlerin Kuranda olması tamamen anlamsız ve boşuna olurdu.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Düşünen insanların aklı Tanrı'nın elidir

Bir Tanrı var olsa bile;insanlara emirler yağdırıp tehditler savuracak kadar kibirli bir Tanrı olduğunu hiç zannetmiyorum.Bir zamanlar böyle bir sözü hep duyardım.Durum biraz bu sözdeki gibi galiba.
Dinlerin Tanrısı öfkeli,tehditkar,insanı aşırı derecede ciddiye alayan,aşırı otorite düşkünü bir ortaçağ hükümdarını andırıyor.
Dinlerin baskıcı ve öfkeli Tanrısı gerçektende hükmetmeye aşırı düşkün bir ortaçağ kralını andırıyor.Aşırı derecede kendi otoritesine düşkün ve tehditler savurup duruyor.Tehditlerini pekiştirmek için durmadan yeminler edip duruyor.Hatta öfkesi o kadar fazlaki;insanlara kızıp tufan gönderiyor,hiç bir suçu olmayan hayvanlarıda katlediyor.Daha sonra hayvanların suçsuz olduğunu anlıyor ve pişman oluyor,öfke kontrolü yapamadığı için.
https://www.youtube.com/watch?v=MUp6ez2r-xA
Dinlerin Tanrısının bu gibi kişilik sorunlarının olması ve dini metinlerdeki çelişkiler ister istemez deizmin Tanrısını daha mantıklı hale getiriyor.Çünkü deizmin Tanrısı daha az tanımlanmıştır ve daha tavizkardır.Daha doğrusu dinlerin Tanrısının sorunlu olması deizmin Tanrısını ön plana çıkarmaktadır.
Dinlerin Tanrısını elediğimizde geriye din göndermeyen bir Tanrı kalıyor.Bu keşfedilmemiş ve çok az tanımlanmış bir Tanrıdır.Yani deizmin Tanrısıdır.Daha az tanımlandığı için;dinlerin Tanrısına göre daha az insansı.Ve dinlerin Tanrısına göre daha mantıklı bir görünüm içinde.Ama tam bir muamma.Çünkü din göndermeyen bir Tanrı henüz keşfedilmemiş olduğu gibi;bundan sonra keşfedilmeside oldukça zor ve zahmetli olacaktır.
Dinler doğru değilse ama yinede bir Tanrı varsa;o zaman bu Tanrı kimdir yada nedir?Amaçsızmıdır?Evreni var ederken hiç bir beklentisi ve hiç bir amacı yokmuydu?Hiç bir amacı yoksa o zaman bu evreni var etme zahmetine niye katlandı?İlgilenmeyeceği ve umursamayacağı bir evreni var etme zahmetine niye girdi?(Yani eğer Tanrı varsa şunu iddia edebiriz:evrensiz bir ortam istemedi,evrenin var olduğu bir ortam istedi.Aklın olmadığı bir ortam değil,aklın var olduğu bir ortam istedi.Evrenle de akılla da bir şeyler yapmak istiyor olmalı.Hiç işine yaramayan,hiç kullanmayacağı bir ürünü var etme zahmetine girmez.)
Yani demek istiyoruzki;Tanrı gerçekten varsa,olay ister istemez şu noktaya gelip dayanacaktır:Evrene müdahale ediyormu?Evrene müdahale etmiyormu?
Ya da evrene bize çaktırmadan müdahale ediyor olamazmı?Bizden daha zekiyse ve evrene müdahalesini bizden gizlemek istiyorsa;bunu kolayca başarabilir.Yada evrene müdahale etmesini bizden saklamak gibi bir kastı yoktur;ama biz henüz o müdahaleleri anlayacak teknik gelişime ulaşamadık.Teknik ve bilinç gelişince müdahalelerini anlamaya başlayacağız.Yada evrene henüz müdahale etmedi ama ilerde müdahale edecektir.Yani eğer Tanrı söz konusuysa her şey ihtimal dahilindedir.
Şu yaklaşımda bile bulunulabilir:düşünen insanların aklı Tanrının elidir.Onların aklını yönlendirerek müdahale ediyor dünyanın gidişatına.Örneğin Darwin'in aklını yönlendirerek evrimi keşfetmesine sebep oluyor.Ve ondan sonra bilimde insanlıkta asla eskisi gibi olamıyor.Bilim artık evrim diye bir şey yokmuş gibi davranamıyor.İnsanlık yeni ve aydınlatıcı bilimsel bir yenilik sürecine girmiş oluyor.Yani bu bile iddaa edilebilir.Eğer Tanrıysanız Darwin'e çaktırmadan Darwin'in aklını yönlendirmeniz bile mümkün olabilecektir.Önüne ipuçları sererek onu yönlendirmeniz,dikkatini yönlendirmeniz pekala mümkündür.Einstein'in aklını,Newton'un aklını yönlendirerek gidişatı etkiliyor iddiasında bulunmakta mümkündür.
O bilimsel bilgiyi kullanarak evreni var etmiştir.Kendi hünerinin ortaya çıkmasını istiyorsa bilimsel bilginin açığa çıkmasını ve keşfedilmesini isteyecektir.O sebeple aklın bilimsel bilgiyi keşfetmesini isteyeceğini,bunun için düşünen insanların aklını yönlendireceğini,arayış içindeki aklın önünü açacağını var saymak akla yatkındır.
Newton'un aklını kullanarak evreni var ederken kullandığı gücün(kütle çekimi) ortaya çıkıp bilinmesini sağlıyor olabilir.Uzayın ve zamanın doğasını doğru şekilde anlayalım diye Einstein'in aklını yönlendirmiş olabilir.Kendisinin büyük patlama yöntemini kullanarak evreni var ettiğini anlamamız için Edwin Hubble'nin aklını yönlendirmiş olabilir.Böylece kendisinin neyi nasıl yaptığını anlamamızı sağlamış oluyor.Böylece yanlış bilginin doğru bilgiyle yer değiştirmesini sağlamış oluyor.Buradan şu sonuç çıkıyorki;Tanrı dogmanın Tanrısı değil aydınlanmanın Tanrısıdır.Sanayii devriminde,aydınlanma çağının ortaya çıkmasında,bilimsel keşiflerin dünyayı değiştirmesinde onun etkisi,yönlendirmesi ve ilhamı var gibi görünüyor.
Ve bazen arayış içinde olan aklı dolaylı olarak yönlendirmekle yetinmeyip;cevabı direk yolladığı da oluyor gibi.Örneğin August Kekula aradığı cevabı kendi gayretiyle bulamadığı noktada cevap ona rüya yoluyla gelmiştir.
https://en.wikipedia.org/wiki/August_Kekul%C3%A9#The_ouroboros_dream
http://www.gazetea24.com/makale/friedrich-august-kekul_1109.html
Belkide arayan kişi kendisi bulmuyor cevabı.Arayıp bulamadığı noktada arayışının ödülü olarak cevap kendisine sunuluyor.Bu bile olabilirlik içeriyor.Dediğim gibi eğer Tanrı söz konusuysa her şey ihtimal dahilindedir.O kendisine inanıp inanmamamızla değilde aklımızın arayış içinde olup olmamasıyla ilgileniyor gibidir.Yani arayışta olan bir ateistin aklını bile ilgi çekici bulup yönlendiriyor olabilir.Aradığı şeyi ona sunuyor olabilir.Bir akıl büyük bir şeyi samimiyetle aradığı zaman,sanki Tanrı'dan onu dilemiş gibi oluyordur belkide.Ve Tanrı bunun karşısında harekete geçiyordur,sanki o kişi kendisinden bir şey dilemiş gibi hareket ediyordur.Aradığı şeyi arayan kişiye sunuyordur.Aradığı şeyi arayan kişiye sunarken;bunu arayan kişiye çaktırmadan yapıyor olabilir.Böyle kurnazca hareket ediyor da olabilir.
Tanrı kurnazdır.Ama kötü niyetli değildir-Albert Einstein

23 Mart 2016 Çarşamba

Kuran'da insanlar nasıl sınıflandırılıyor?

Kuran insanları sınıflandırırken Arap olmayanları dışarda tutan ifadeler kullanmaktadır:
Kuran muhatab aldığı insanları ve bunun dışında kalan insanları sınıflandırırken iki kelime kullanır:cemian ve acemian
Cemian topluluk anlamına gelir ve Arapça konuşanlar topluluğu anlamında kullanılır:
A-cemian ise Arap topluluğunun dışında olanlar,cemian olmayanlar.Yani cemian dışı olan,Arapça konuşmayan kimseler.(Ecnebiler,yabancılar,hariçte olanlar)
Ve Kuran kendisinin kimlere geldiğini söylerken,cemian(Arap topluluğu) olanların kendi diliyle geldiğini,cemian(Arap topluluğu) için geldiğini,dili cemian olmayanlara(Arap topluluğunun dilini konuşmayanlara) gelmediğini,acemianlara(Arap toplumu dışındakilere) gelmediğini söyler.
Deki Ey insanlar ben sizin topluluğunuza(cemian-جَمِيعًا) gelmiş Allah elçisiyim.Allaha ve onun ümmi elçisine inanın(ARAF 158-KURAN)
Burada cemian(topluluk) için geldim diyor.Ama birde acemian/acemiyyun olanlar yani cemian dışı olanlar var.Kuran kendisinin acemian olanlara uygun olmadığını,cemian olanlara uygun olduğunu söyler:
Onu cemian dışı/Arap olmayanlar(acemiyyan-أَعْجَمِيًّا) diliyle indirseydik,neden dilimizde değil derlerdi.Arap olana arap olmayanın(acemiyyun-أَعْجَمِيٌّ) dili olurmu hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
Buradan hiç bir cemian/topluluk için yabancı dilde(acemian) kitap inmemesi gerektiği anlaşılıyor.Yoksa o topluluk(cemian) yabancı dildeki mesaja,bu mesaj acemian(bizim topluluğumuza yabancı) olanların dilindedir deme hakkına sahip olur.Ve buda arıza yaratır.
Biz onu acemin olanlara/Arap olmayanlara(acemine-عْجَمِينَ) indirseydik(Şuara 198 KURAN)
Gelip onlara okunsaydı ona inanmayacaklardı(Şuara 199 KURAN)
Andolsun ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili topluluğa yabancıdır(acemiyun-أَعْجَمِيٌّ). Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.(NAHL 103 KURAN)
Bu ayetlerdende anlaşılabileceği gibi Kuran Arapça olmak zorundaydı.Çünkü hiç bir kavim kendi dilinde olmayan,yabancı dilde inmiş mesajla muhatab edilmemelidir Kurana göre.
Bu yüzden bir kitap sadece İndiği dili konuşan topluluğun(camian) kitabı olabiliyor.O dili konuşan topluluğun dışında olanlar,yani o cemian dışında olan acemian(yabancı) kimseler için bir hükmü olamıyor.
Ayetlerde sadece Arapça konuşan topluluğun(cemian) anlamasının göz önünde tutulduğunu,cemian dışı olan(acemian-yabancı-Arap olmayan) kimselerin göz önünde tutulmadığını gösteriyor:
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Bütün tercümanların bu şekilde çevirdiği bu ayet açıkça sadece Arap olanların anlayışının göz önünde bulundurulup önemsendiğini gösteriyor.Arap dışı olanların değil.
Ve bu ayeti Türklere ve Japonlara uygularsak olay daha iyi anlaşılır.”Ey Türkler Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik.Ey Japonlar Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik”
Diğer kavimlerin değilde sadece Arapların anlayışına yönelik düzenlendiği buradan bile anlaşılabilir.
Biz sana onu böyle Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunabilsinler. Böylece onlara bir hatırlatma yaptırsın(TAHA 113 KURAN)
Kuranı pürüzsüz bir Arapçanın dışında indirmedik ki,korunabilsinler(ZUMER 28 KURAN)
Bunuda bütün kavimlere uygulayalım:”Kuranı Arapçadan başka bir dille indirmedik ki,Japonlar korunabilsinler.Kuranı Arapçadan başka bir dille indirmedikki Türkler korunabilsinler”
Arap olmayanların Kuranı anlamasını hiç dert edinmediğini bu gibi ayetler açıkça göstermiyormu?
#########################################
KURAN İNSANLAR DİYE SESLENİRKEN BİR KAVMİN İNSANLARINI KASTEDİYOR-BÜTÜN İNSANLARI DEĞİL:
Ve şunu görmekteyiz ki;Kuran insanlar derken tek kavmin insanlarını kastediyor.Bütün kavimlerin insanlarını değil.Ayetlere bakarsak tek kavmin insanlarının kastedilği kolayca anlaşılır:
Deki ey insanlar ben sizleri uyarmak için geldim…(ARAF 158 KURAN)
Dikkat edilirse bunu söylerken sadece kendi kavminden olan insanlar var karşısında.Kendi kavminden olan ve kendi dilinden olan insanlara sesleniyor.
Seni göndermemizin bütün nedeni insanlara uyarıcı olmandır.Başka şey değildir(SEBE 28 KURAN)
(NOT:Burada kaffeten kelimesi geçer ve bütünü,hepsi,tamamı gibi anlamlara gelir.Ama başında illa olumsuzluk eki vardır.Yani İLLA KAFFETEN(إِلَّا كَافَّةً) olarak olkursak,tamamı bundan başkası değildir,tamamı bundan ibarettir anlamlarına gelir ki,buda elçi olmasıyla ilgilidir.Göreviyle ilgilidir.
Yani seni insanlara gönderişimizini bütün amacı;elçi olmandan ibarettir gibi bir anlama geliyor ayet.Ama tercümanlar ayetin başındaki illa olumsuzluk ekini görmezden gelerek,kaffeten(bütün) kelimesini getirip insanlar kelimesine yapıştırıyorlar ve ayeti bütün insanlar şeklinde tercüme ediyorlar.Bu çok açık bir tercüme hilesidir.Oysa ayet bütün insanlar demek istese külli en nasi derdi.)
Şimdi insanlar derken sadece bir kavmin insanlarını kastettiğini gösteren örnek ayetlere bakarsak her şey daha iyi anlaşılır heralde.
Musa asasıyla taşa vurunca sular fışkırtı ve bütün insanlar(külli en nasi) o suyu içtiler(BAKARA 60 KURAN)
Şimdi bütün insanların o suyu içmesi ne anlama geliyor?
Çinden Brezilyaya kadar bütün insanlar mı?Yoksa sadece Musa nın kavminden olan bütün insanlar mı?
Açıkça bütün insanlar diyerek tek kavmin bütün insanları kastediliyor.Musa kavminden olan bütün insanlar.Aynı şey muhammed içinde geçerlidir.Muhammedi insanlara gönderdik derken kendi kavminin insanlarına gönderdik denmiş oluyor.
Allah dedi ey Musa seni insanaların lideri olman için seçtim(ARAF 144 KURAN)
Şimdi ne diyelim?Musa bütün yeryüzü insanlarının başına mı getirildi?Elbetteki hayır.Yine bütün insanlardan kasıt Musa kavminden olan insanların tamamıdır.
Aynı şekilde Muhammedi insanlara yolladık derkende;kendi kavminden olan bütün insanlara gönderdik demiş oluyor.
Ve zaten Kuran insanlar kelimesini bir kavmin insanalarıyla sınırlandırmıştır;
Bu,bir kavmin insanları için basirettir,hidayet ve rahmettir.Yakin olmaları için(casiye 20-KURAN)
Hatta insanlar derken LİSANI ARAPÇA OLAN KİMSELERİN kastedildiğide açıktır;
Bundan önce bir rehber olarak Musanın kitabı var.Buda LİSANI ARAPÇA OLAN KİMSELERİ uyarmak için indirilen bir kitaptır(AHKAF 12 KURAN)
O halde insanlar derken lisanı Arapça olan insanlar kastedilmiş oluyorlar.Bütün kavimlerin bütün insanları değil.Lisanı Arapça olmayanlar değil.
Ad kavminin yok edilişi hikayesinde de aynı şeyle karşılaşırız;
O rüzgar, insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.(KAMER 20 KURAN)
Şimdi rüzgar insanları fırlatıp yok ediyordu derken yeryüzünün bütün insanlarını yok ediyordumu diyeceğiz?Elbetteki hayır.Sadece o kavimden olan,ad kavminden olan insanları yok ediyordu o rüzgar.Yani bir kere daha insanlar derken bir kavmin insanları kastedilmiş oluyor.
O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.(enbiya 61-KURAN)
Burada İbrahimi insanların önüne getirin diyor.Şimdi yeryüzünün bütün insanalrının önüne getirin anlamı çıkmaz buradan.O kavimden olan ve orada bulunan insanlar anlamı çıkar.Demekki insanlar gördüğümüzde hemen bütün kavimlerin bütün insanalrı anlamını çıkaramayız.
Musa: «Bulusma zamanimiz sizin bayram gununuzde, insanlarin toplandigi kusluk vaktidir» dedi. (taha 59-KURAN)
Şimdi insanlar o gün toplanıyor derken bütün yeryüzü insanları Mısırda toplanıyor anlamı çıkmaz buradan.Sadece Mısır kavminin insanaları toplanıyor ve insanlar derken kastedilen yine bir kavmin insanlarıdır.
Andolsun biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa’ya,insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitab’ı (Tevrat’ı) vermişizdir.(KASAS 43 KURAN)
De ki: Öyle ise Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab’ı kim indirdi?(enam 91 KURAN)
Yine aynı şeyi görmekteyiz.Çünkü pek çok ayet Musa nın kitabı sadece İsrail kavmi içindir diyor.O halde burada insanlar derken sadece Musa kavminden olan insanlar kastediliyor.
Muhammed için kullanılan insanlara gönderdik sözü Musa ve Tevrat içinde kullanılıyor.Ama bu insanalr sözü bir kavmin insanları anlamındadır.Kavimselliği değiştirmiyor.
Kitabı kısım kısım indirdi.Onların ellerinde bulunan İncil ve Tevratı tasdik eder(ALİ İMRAN 3 KURAN)
Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan’ı indirmiştir.(ali imran 4-KURAN)

Muhammede özel bir durum yoktur.Çünkü bütün elçiler insanlara gönderilmiştir.Hepsi için bu ifade kullanılır.Ama her biri kendi kavminin insanlarına gönderilmiştir.Yabancı kavimlerin insanlarına değil.
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı.(ali imran 187-Kuran)
Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir. (NiSA 165 KURAN)
O halde insanlar derken lisanı Arapça olan insanları kastediyor.
Bundan önce bir rehber olarak Musanın kitabı var.Buda LİSANI ARAPÇA OLAN KİMSELERİ uyarmak için indirilen bir kitaptır(AHKAF 12 KURAN)
Aksi olsaydı yani bütün kavimlerin bütün insanları kastedilmiş olsaydı,ortaya büyük bir çelişki çıkardı.Çünkü hiç bir kavme o kavmin kendi dilinde inen mesajla seslenilmemelidir diyor Kuran.Yabancı dilde inen mesaja itiraz hakları olur diyor.
Onu Arapça bir Kuran yapmasaydık,Arap olana Arapça olmayan kitap olurmu hiç derlerdi.Dilimizde olması gerekmezmiydi?(FUSSİLET 44 KURAN)
Yani Türklerin,Japonların,Çinlilerin neden dilimizde inmedi deme hakları vardır.O sebeple bir peygamber sadece kendi kavminin insanlarına peygamber olabiliyor.Kendi Dilinden olmayan yabancı kavimlerin insanlarına peygamber olamıyor.Kuran bunu sakıncalı buluyor ve itiraz hakkı tanıyor.
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle seslenen o kavmin kendi içinden bir peygamber yollarız.Böylelikle onlara anlatabilir(İBRAHİM 4 KURAN)
Görüldüğü gibi Kurana göre bir peygamber sadece kendi dilini anlayabilen kavmin peygamberi olabiliyor.
Bir kavmin peygamberi o kavmin kendi içinden olmalıdır.
O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden kendi içinizden peygamberler gelmedi mi? derler.(zumer 71 KURAN)
Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O,kendi içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı.(maide 20 KURAN)
Nitekim size kendi içinizden ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik(bakara 151-Kuran)
Onun için Muhammed sadece kendi kavminin elçisi olarak çağrılacak ve sadece kendi kavmi için konuşacak;
O gün bütün insanları kendi önderleriyle çağıracağız…(İSRA 71 KURAN)
İşte o gün Muhammed sadece kendi kavminin insanları için önder olacak ve sadece kendi kavmiyle ilgili konuşacak.Diğer kavimlere değinmeyecek.
Ve peygamber şöyle diyecek,rabbim benim kavmim bu Kuranı terk etti(FURKAN 30 KURAN)
Görüldüğü gibi diğer kavimler gündeminde bile yoktur.Hiç değinmiyor.Ama kendi kavmine değinmeyi ihmal etmiyor.
Zaten tek kavmin insanlarına özel olmasaydı Kuran;o zaman Peygamber ve kavmi Kurandan sorumludur demezdi.Bütün kavimler ondan sorumludur derdi.
O senin için ve kavmin için bir öğüttür.Sen ve kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız(ZUHRUF 44 KURAN)
Tek kavme özel olmasaydı bütün kavimler ondan sorumludur demeyi ihmal etmezdi.Bu ayet bu şekilde olmazdı o zaman.
##############################################
EĞER KAVMİN PEYGAMBERİ O KAVMİN KENDİ DİLİNDEN VE KENDİ İÇİNDEN DEĞİLSE BU DURUM PROBLEMLİ BİR DURUMDUR-KURAN BU DURUMUN ARIZALI OLACAĞINI SÖYLÜYOR:
Eğer onu Arapça kılmasaydık,neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
Peki ya Türkler deseki neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe inmeyen kitap olumu hiç deseler?Ayet Türklere bu itiraz hakkını tanıyor.
Kuranın Arap olmayanlara değilde Araplara indiği çok açıktır;
Biz onu Arap olmayanlara indirseydik(Şuara 198 KURAN)
Gelip onlara okunsaydı ona inanmayacaklardı(Şuara 199 KURAN)
Yani bir kavmin sorumlu olacağı kitabı o kavmin kendi dilinde indirmemek,o kavimden olmayan birine indirmek sakınca yaratırdı.
Andolsun ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.(NAHL 103 KURAN)
Arapça dışı bir dilin Araplarla muhatab edilmesine tahammül olmadığını gösteren bir ayettir Nahl 103 nolu ayeti.Yani Arap yabancı dildeki dini mesajla muhatab edilmemeli kısmına iyi değiniyor.
Pürüzsüz Arapçadan başka bir dille indirmedikki korunabilsinler(ZUMER 28 KURAN)
Demekki pürüzsüz Arapça olmasa korunamayacaklardı.O halde Türklerin korunabilmesi içinde pürüzsüz Türkçe bir kitap inmelidir.Japonların korunabilmesi içinde pürüzsüz Japonca bir kitap inmelidir.
Allah her bir kavme sadece o kavmin kendi dilinde seslenir.O kavimden olan bir peygamberle bunu yapar(İBRAHİM 4 KURAN)
Böyle bir Tanrı Türk kavminede Türkçe inen bir kitapla ve Türk bir peygamberle seslenmek isteyecektir.Türk olmayan bir peygamberle yada Türkçe inmeyen bir kitapla değil.Kuran’ın anlattığı Tanrı böyle bir Tanrıdır.
Bu ayet aşağıdaki gibi de tercüme edilebilir.Her iki tercümede aynı kapıya çıkar.
Biz bütün peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin.(İBRAHİM 4 KURAN)
Görüldüğü gibi gönderilen peygamber ile gönderildiği kavmin dili,yani sorumlu tutulacak kavmin dili aynı olmalı,farklı olmamalı diyor İbrahim 4 nolu ayet. Yani hiç bir peygamber kendi dilini anlamayan yabancı kavimlere yollanmıyor.Hepsi kendi dilini anlayan kendi kavmine yollanıyor sadece.Böylece her kavim kendi dilini konuşan kendi içinden bir peygamberden mesaj dinliyor.
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Görüldüğü gibi ayet Kuran bütün kavimler içindir demiyor.Bütün diller içindir demiyor. Bir kavmin dili göz önünde bulunduruluyor,bir kavmin bilmesi göz önünde tutuluyor.Bütün kavimlerin bilmesi yada bütün kavimlerin dilleri göz önünde tutulmuyor. O kendisinin düzenleniş amacı hakkında sadece Arap diline ve Arap Kavmine yönelik ifadeler kullanır. Bu ayetteki TEK KAVİM İÇİN(Lİ KAVMİN-لِّقَوْمٍ) sözü tercümelerde görmezden gelinir. Ve ayetteki YA’LEMU(يَعْلَمُونَ) kelimesi BİLEN DURUMUNA GELME anlamındadır ve ayette tek kavim kelimesiyle bağlantılı kullanılmıştır. Fussilet 3 nolu ayet Meryem 97 nolu ayetle birlikte okunursa durum daha iyi anlaşılır: (Meryem suresi 97 nolu ayet Kuran bütün kavimleri uyarman içindir dememiş.Tek kavmi uyarman içindir demiş.)
Biz o Kur’ân’ı senin lisanınla kolaylaştırdık ki, onunla inatçı bir kavmi müjdeleyesin ve uyarasın.(MERYEM 97 KURAN)
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Eğer onu Arapça kılmasaydık,neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)

13 Mart 2016 Pazar

Büyük Patlama ve Kuran

Özellikle 1990 ve sonrasında Kuran'ı zorla modern bilime uydurma çabasının arttığını görmekteyiz.Bu amaç uğruna ayetleri nasıl eğip büğdüklerini görüyoruz.İşte bunlardan biride büyük patlama konusudur.Kuran evrenin genişlemesi olayını(big bang) bilim adamları keşfetmeden önce haber vermiştir diyebilmek için;iki ayeti anlamından saptırdıklarını açıkça görüyoruz.Üstelik hileli tercüme yapmaktadırlar.Suni mucize üretebilmek uğruna.
1-Zariyat Suresi 47.ayete yanlış anlam veriyorlar ve yanlış tercüme ediyorlar:
Ayetteki gök kelimesi evren diye çevirerek,kapsayıcı gücümüz var kelimesinide genişletmekteyiz şeklinde çevirerek hileli bir ayet yorumuna ulaşıyorlar.Ve ayeti aşağıdaki gibi veriyorlar:
Evreni biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz(Zariyat 47-KURAN)
2-Enbiya Suresi 30.ayete yanlış anlam yüklüyorlar.Gökler ve yer bitişikken biz onları ayırdık sözünden yola çıkarak;bakın büyük patlama anında her şeyin küçük bir noktada bir arada oluşunu,bitişik oluşunu Kuran önceden bilmiş diyorlar.
Şimdi bu hileleri açıkça deşifre etmek gerekiyor:
Gökyüzünü biz bina(بَنَيْنَاهَا) ettik.Çünkü biz kapsayıcı bir gücün sahibiyiz(Zariyat 47-KURAN)
Zariyat 47.ayetin gerçek tercümesi budur ve 1990 öncesi tercümelerde bu şekilde geçmektedir.Elmalılı Hamdi,Abdulkadir Gölpınarlı,Hasan Basri Çantay bu şekilde vermişler ayeti.
Ve ayetten göğün genişlemesi anlamının çıkarılması imkansızdır.Çünkü bunun tam tersi bir anlam yükleyen bir kelime var ayette:bina kelimesi.Türkçede de kullandığımız bina etmek fiili var burada.Bina etmek yani sabit ve sağlam kılmak,sabitlemek anlamına geliyor.Siz hiç sürekli genişleyen bir bina gördünüzmü?(-بَنَيْنَاهَا-beneyna ha=bina etmek,sabit ve sağlam kılmak)
Zariyat 47.ayette geçen kelime le müsuine(لَمُوسِعُونَ) kelimesidir ve anlamı elbetteki kapsayıcıyız,elbetteki kuşatıcıyızdır.Mekandan ziyade iradesel eylem ve yeteneklerin kapsayıcılığını anlatır. Mekansal genişlik için kullanılan kelime arduha kelimesidir ve bu ayette geçmemektedir.arduha(عَرْضُهَا)=genişlik.Arduha kelimesi Ali İmran 133 ve Hadid 21.ayetlerde vardır.Zariyat 47. ayette arduha(عَرْضُهَا) kelimesi yoktur.
Dediğimiz gibi Zariyat Suresi 47.ayet açıkça gökyüzünü bina gibi sabit yaptık diyor ve hiç bir bina genişlemez.
Kuran açıkça evreni ve yıldızlarla dolu gökyüzünü sabit bir bina olarak görmektedir.Bunu başka ayetlerde de görmekteyiz.Evreni sabit bir bina olarak görmekte ve yıldızlarla dolu gökyüzünü evrenin tavanı olarak görmektedir.Hiç bir bina genişlemediği gibi,binanın tavanıda genişlemez.
Ve yükseltilmiş tavana and olsun-TUR 5-KURAN
Ve göğü nasılda yükseltmişiz-GAŞİYE 18 KURAN
Onu yükseltti ve bir tavan yaptı-NAZİAT 28 KURAN

Yıldızlarla süslü bir tavan.
Biz dünyaya yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik-SAFFAT 6 KURAN
Yani yıldızlarla süslü ve yerden yükseltilmiş bu tavan(uzay) genişlemiyor.Sabit bir bina gibi.Hatta o kadar fazla bina gibi ki;yer üzerine çökme tehlikesi var.
…Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye . HACC 65 KURAN
Ve göklerle yer arasındaki mesafe değişmezdir.Sabittir.Çünkü gökler ve yer arasındaki mesafenin alan büyüklüğünü ifade etmek için,sabit ölçü birimi olarak kullanıldığını görüyoruz.
Rabbinizin bağışına,Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan,genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun.(Ali İmran 133-KURAN)
Rabbiniz tarafından bağışlanmaya ve cennete koşun. Cennetin genişliği, gökle yerin genişliği kadardır. Allah’a ve Rasulüne iman edenler için hazırlanmıştır.(Hadid 21-KURAN)
Ve yine gökler ve yer arası mesafe sabit olduğu içindirki meleklerin ve ruhun hızı,sürekli aynı sürede en yüksek göğe erişmelerini sağlıyor:
Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.(Mearic 4-KURAN)
#################################
Gökler ve yer bitişikken biz onları ayırdık(Enbiya 30) ne anlama geliyor?
İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?(Enbiya 30-KURAN)
Buradan ne anlamalıyız?Gökler ve yer bitişikti derken;evrenin genişlediğini,büyük patlama anında her şeyin bir arada bulunduğunu mu anlatıyor?Yoksa başka bir şey mi anlatıyor?
Yıldızlı gök'ün dünya zemininde olduğunu,sonra dünyadan yukarı doğru yükseltilişini görmekteyiz burada.Hepsi bu.Göklerle yerin bitişik olması derken;yıldızlı gökyüzünün dünya zemininde olduğunu ve buradan direksiz yükseltildiğini anlatıyor.
Biz dünyaya yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik-SAFFAT 6 KURAN
Kuran gökler ve yer bitişikti derken;bu yıldızlı göğün yerden yükseltiğini,bir zamanlar yer zemininde bulunduğunu söylüyor.Burada büyük patlama yok, direk kullanmadan yükseltme var.
Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu-RAHMAN 7 KURAN
Ve yer üzerinden yükseltilen bu yıldızlı göğün çökme tehlikesinden bahsediyor.Bu yerden yükseltilen yıldızlı gök'ün yer üzerine çökme tehlikesi vardır;bu sebeple Allah'ın göğü sürekli tutması gerekmektedir.
…Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye . HACC 65 KURAN
Kuran'ın bakış açısına göre yeryüzü evrenin tabanıdır,zeminidir.En alt kısmıdır.Gökte bu zemin üzerine kurulu bir tavandır.Bina edilmiş bir tavandır.
Ve yükseltilmiş tavana and olsun-TUR 5-KURAN
Ve göğü nasılda yükseltmişiz-GAŞİYE 18 KURAN
Onu yükseltti ve bir tavan yaptı-NAZİAT 28 KURAN

Yani yıldızlı gökyüzü dünyanın her tarafını saran bir uzay değilde,dünyadan yükseltilmiş bir tavandır.Ayette anlatılan budur.(Bu çok yanlıştır.Çünkü yıldızlı gök dünyadan daha önce vardı ve dünyadan yükseltilmedi.Hatta dünyanın kendisi bu yıldızlı gökten gelen parçalardan oluştu)
Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın gök'ü kandillerle(yıldızlarla) donattık, bozulmaktan da koruduk.(Fussilet 12 KURAN)
Biz dünyaya yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik-SAFFAT 6 KURAN
…Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye . HACC 65 KURAN
Evet Kurana göre yıldızlı gök yer üzerindeydi,sonra Allah onu en aşağıdaki dünyadan yükseltti ve kendisi bu göklerin en yüksek kısmına yerleşti.Eğer dünya en aşağısı,gökte en yukarısı olmasaydı göğün yer üzerine düşmesi söz konusu olamazdı.Kuran dünya ile uzay arasındaki ilişkiyi aşağısı ve yukarısı şeklinde algılıyor.Yıldızlı gökyüzü en aşağıdaydı ve aşağıdan yükseltildi.Ve tekrar aşağı düşme tehlikesi var.
Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu-RAHMAN 7 KURAN
Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye-HACC 65 KURAN

Dünyada su üzerindeydi bütün gökler.Sonra Allah onları direksiz yükseltti ve en yüksek gök'e kendisi yerleşti.Melekler ve Ruh 50.000 yılda bu en yüksek gök'e ulaşıyorlar.Kuran'ın evren senaryosu budur.Yani Kuran'a göre dünya evrenin en alt zemini,gökte evrenin yukarı kısmıdır.Cebrail ve melekler en alttan,yani dünyadan en üstteki gök'e gidip gelmektedirler.En yüksek gök Allahın yerleşim yeridir.ala el arşi(عَلَى الْعَرْشِ)=en yüksekteki gök.
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için,kendi gök'ü su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır.(Hud 7 KURAN)
Allah gökleri direksiz olarak yükseltti ve en yüksekteki gök'e(ala el arşi-عَلَى الْعَرْشِ) yerleşti(Rad 2-KURAN)
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra en yüksekteki gök'e yerleşen(ala el arşi-عَلَى الْعَرْشِ) Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.(Furkan 59-KURAN)
Yüksekte olan Allaha(Meariç 3 KURAN)
Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.(Mearic 4 KURAN)
Gökte olanın sizi yere batırmayacağından eminmisiniz?(Mülk 16-KURAN)

Ya da gökte olanın sizin üzerinize bir fırtına göndermeyeceğinden eminmisiniz?(Mülk 17-KURAN)

Kuran'da anlatılan fabllar

Kuranda tıpkı LaFontaine masalları gibi konuşan ve düşünen hayvanlara rastlıyoruz.Bu onun tipik eski çağ mitolojik hikayelerinden olduğunu gösteriyor.Hayvanların dünyasınıda insanların dünyası gibi zannediyor.Hayvanların felsefi bakış açısına sahip olduğunu zannediyor.
Örneğin Süleymana bilgi veren Hüdhüd kuşu vardır Kuranda.Bir sosyoloji profesörü gibi sosyolojik analiz yapıyor Hüdhüd kuşu.Hatta ilahiyat profesörü gibi Sebe toplumunun sapkın olduğunu,ne için sapıttığını anlatıyor bu kuş.
(Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?-NEML 20 KURAN
Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim-NEML 22 KURAN
Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım-NEML 23 KURAN
Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar-NEML 24 KURAN
Şeytan böyle yapmış ki/göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler-NEML 25 KURAN
Halbuki büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur. NEML 26 KURAN

Galiba Kuran kuşların dünyasınıda insanların dünyası gibi zannediyor.Buna gönderme yapan ayetlerde vardır Kuranda.
Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet hepsi toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.-ENAM 38 KURAN
Ve dahası Süleymanın ordusunu tanıyan,stratejik analiz yaparak diğer karıncaları uyaran bir karıncaya rastlıyoruz ayetlerde.Hatta esprili bir tarzda konuşarak Süleymanı güldürebilen bir karıncadır bu.
Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca dediki: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!-NEML 18 KURAN
(Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat-NEML 19 KURAN
İlginç.Karınca hem Süleymanı tanıyor,hem ordusunu tanıyor hem de bu ordunun gücünü biliyor.Ortadoğudaki güç dengeleri iyi takip eden bir karınca olmalı.
Benzeri gerçek dışı mitsel öyküler diğer din kitaplarında da vardır.örneğin Tevratta yaban hayvanı yılanın gayet zekice hareketlerini ve konuşmalarını görüyoruz.
RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.-TEVRAT YARATILIŞ 3:1

Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı,TEVRAT YARATILIŞ 3:2

“Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”TEVRAT YARATILIŞ 3:3

Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi,TEVRAT YARATILIŞ 3:4

“Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”TEVRAT YARATILIŞ 3:5

Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi.TEVRAT YARATILIŞ 3:6

İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.TEVRAT YARATILIŞ 3:7

Kuran Arap olmayanlara da sesleniyormu?

O kendini bütün kavimlere gelmiş bir kitap olarak tanımlamaz.Ben sadece Araplar için düzenlendim der.

O açıkça SADECE ARAPLARA GELDİĞİM İÇİN ARAPÇAYIM demektedir.
Kuran kendini bütün kavimlere ve bütün dillere gelmiş bir kitap olarakmı sunuyor?Yoksa sadece Arap Kavmine gelmiş bir kitap olarakmı sunuyor?Altın soru budur ve bu soru eşliğinde Kuran incelenmelidir.
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle sesleniriz.O kavmin kendi içinden bir peygamber yollayarak bunu yaparız.Böylelikle onlara anlatabilir(İBRAHİM 4 KURAN)
O zaman Türk kavminede sadece Türkçe konuşan bir peygamberle,Türkçe inen bir mesajla seslenmesi şarttır.Böyle bir Tanrı Türk Kavmine de Türkçe inmeyen bir kitapla,Türk olmayan bir peygamberle seslenmek istemeyecektir. Bu ayet aşağıdaki gibi de tercüme edilebilir.Her iki tercümede aynı kapıya çıkar.
Biz bütün peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin.(İBRAHİM 4 KURAN)
Görüldüğü gibi gönderilen peygamber ile gönderildiği kavmin dili,yani sorumlu tutulacak kavmin dili aynı olmalı,farklı olmamalı diyor İbrahim 4 nolu ayet. Yani hiç bir peygamber kendi dilini anlamayan yabancı kavimlere yollanmıyor.Hepsi kendi dilini anlayan kendi kavmine yollanıyor sadece.Böylece her kavim kendi dilini konuşan kendi içinden bir peygamberden mesaj dinliyor.Yabancı dilde bir mesajdan sorumlu tutulmamış oluyor. Yani her kavmin kendi dilini konuşan kendi içinden olan bir uyarıcı peygamberi olmalıdır bu ayete göre.Ve peygamberde kendi dilini anlamayan kavimler için değil,kendi dilini anlayan kendi kavmi için yollanmış oluyor. Peki Muhammed ve Kuran mesajı bu konuda istisnamıdır?Elbetteki hayır.Ayetler Kuran mesajınında bir kavim için olduğunu,bütün kavimler için olmadığını söylüyor.
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Görüldüğü gibi ayet Kuran bütün kavimler içindir demiyor.Bütün diller içindir demiyor. Bir kavmin dili göz önünde bulunduruluyor,bir kavmin bilmesi göz önünde tutuluyor.Bütün kavimlerin bilmesi yada bütün kavimlerin dilleri göz önünde tutulmuyor. O kendisinin düzenleniş amacı hakkında sadece Arap diline ve Arap Kavmine yönelik ifadeler kullanır. Bu ayetteki TEK KAVİM İÇİN(Lİ KAVMİN-لِّقَوْمٍ) sözü tercümelerde görmezden gelinir. Ve ayetteki YA’LEMU(يَعْلَمُونَ) kelimesi BİLEN DURUMUNA GELME anlamındadır ve ayette tek kavim kelimesiyle bağlantılı kullanılmıştır. Fussilet 3 nolu ayet Meryem 97 nolu ayetle birlikte okunursa durum daha iyi anlaşılır: (Meryem suresi 97 nolu ayet Kuran bütün kavimleri uyarman içindir dememiş.Tek kavmi uyarman içindir demiş.)
Biz o Kur’ân’ı senin lisanınla kolaylaştırdık ki, onunla inatçı bir kavmi müjdeleyesin ve uyarasın.(MERYEM 97 KURAN)
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Arapça olmasaydı o tek kavim bilemeyecekti.Bilir olma durumuna gelemeyecekti.
SİZİN anlayabilmeniz için Kuranı Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Siz derken Arapça konuşan Arap kavmini kastetttiği çok açıktır.Bu ayetin Siz Japonların anlayabilmesi için Kuranı Arapça indirdik anlamına gelmediği açıktır.Kuran açıkça kendini Araplarla sınırlıyor.Sadece Arapların anlamasını göz önünde bulunduruyor.
Senden mucize istiyorlar.Sen sadece uyarıcı bir peygambersin.Bütün kavimlerin her birinin kendi uyarıcı peygamberi(hidayetçisi) vardır(RAD 7 KURAN)
Ve her kavmin uyarıcı peygamberi de o kavmin kendi dilinde olmalıdır Kurana göre:
Biz bütün peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin.(İBRAHİM 4 KURAN)
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle seslenen o kavmin kendi içinden bir peygamber yollarız.Böylelikle onlara anlatabilir(İBRAHİM 4 KURAN)
Peki bu neden böyledir?Neden bir kavmin sorumlu tutulacağı mesaj o kavmin kendi dilinde inmiş olmalıdır?Çünkü her kavmin yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı vardır Kurana göre.Mesaj yabancı dilde inmişse bunun sakıncalı ve istenmeyen bir durum yaratacağını söyleyen bizzat Kuran’ın kendisidir.
Eğer onu Arapça bir Kuran kılmasaydık,neden dilimizde inmedi,Arap olana Arapça olmayan bir kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
O zaman Türklerinde neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe olmayan kitap yollanırmı hiç? deme hakları vardır. Hatta Araplar bizden öncekilere inen kitaplar bize yabancıydı,okunuşları dilimize yabancıydı demesinler diye Kuran’ın indirildiğini söyleyen ayetler vardır.
“Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okunmasına yabancıydık” demeyesiniz diye.(ENAM 156-kuran)”
Arap Kavmi bize kendi dilimizde kitap inmedi,okunmasına yabancı olmadığımız kitap inmedi demesinler diye Kuranın indirildiği böylece belirtiliyor ayetlerde.Peki o zaman Türklerin de neden bize kendi dilimizde kitap inmedi,okunmasına yabancı olmadığımız kitap inmedi deme hakları vardır.
O senin için ve kavmin için bir zikirdir.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız(ZUHRUF 44 KURAN) Yine bütün kavimler ondan sorumludur dememiş.Bütün kavimler ondan sorumludur demeyi unutmuş olmalı.
Kuranı pürüzsüz bir Arapçanın dışında indirmedik ki,korunabilsinler(ZUMER 28 KURAN)
O halde Türklerin korunabilmesi için de pürüzsüz Türkçe bir kitap inmelidir. Kuran tek kavim demekle yetinmez.O tek kavmin özelliklerinide sayar. MUHAMMED’DEN ÖNCE ATALARI HİÇ UYARILMAMIŞ OLAN BİR KAVİMDİR:
Seni ataları uyarılmamış olan o bir kavmi uyarman için gönderdik(YASİN 6 KURAN)
Yoksa onu kendisi uydurdumu diyorlar?Hayır o haktır.Senden önce hiç bir uyarıcı/peygamber gelmemiş olan o tek kavmi uyarman için sana indirildi(SECDE 3 KURAN)
Ve biz onlara senden önce bir uyarıcı/peygamber yollamadık,kitaplarda vermedik(SEBE 44 KURAN)

ARAPÇA OLANI ANLAYABİLEN,ARAPÇA OLMAYANA İTİRAZ EDEN BİR KAVİM:
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Şimdi bu ayeti Japonlara uygulayın;ey japonlar,Kuranı anlayabilesiniz diye Arapça indirdik.
Eğer onu Arapça kılmasaydık,neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
Peki ya Türkler deseki neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe inmeyen kitap olumu hiç deseler?Ayet Türklere bu itiraz hakkını tanıyor. Asla doğru çeviremiyecekleri bir özel ayet var.Nahl suresi 64.ayeti.
Kuranın bütün amacının tek kavmin sorunlarını çözmekten ibaret olduğunu söylüyor bu ayet.O sebeple Nahl 64.ayetini asla doğru çevirmeyeceklerdir.Ayetteki bütün kelemeleri aşağıda veriyorum. وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
ve mâ enzelnâ=ve biz indirmedik,aleyke el kitâbe=sana kitabı,illâ=den başka,li tubeyyine=açıklaman için,lehum=onlara,ellezî ihtelefû=ihtilafa düşmüş/düştükleri, fî-hi=ona dair/onun hakkında,ve huden=ve hidayet,ve rahmeten=ve rahmet,li kavmin=tek kavim için,yu’minûne=iman etmeleri/müminlik
Kitabı sana başka şey için değil,sadece kendi arasında ihtilaf yaşayan tek kavim için(li kavmin) uyarı,hidayet ve rahmet olarak indirdik.İman etsinler(NAHL 64 KURAN) Kuranın iniş amacının tek kavmin sorunlarını çözmekle sınırlı olduğunu açıkça söylediği için,bu ayeti asla doğru çevirmeyeceklerdir.
###########################################
KURANI EVRENSEL GÖSTERMEK İÇİN YAPILAN SAHTEKARLIKLAR:
Bütün bunları gören Molla takımı bunları örtbas etmek için çeşitli hilelere baş vurdular:Bilerek anlamından saptırılan bazı ayetlerle konuyu hasır altı etmeye çalıştılar. Şimdi onların hilelerine değinelim birazcık: 1-MEKKENİN ÇEVRESİ DEYİMİNİ BÜTÜN DÜNYAYI KAPSAYAN BİR HALE SOKMAK İSTEDİLER 2-KURANDAKİ İNSANLAR KELİMESİNİ YERYÜZÜNDEKİ BÜTÜN İNSANLAR OLARAK SUNMAYA ÇALIŞTILAR 3-KURANDAKİ ALEM KELİMESİNİ BÜTÜN YARATIKLAR ANLAMINDA KULLANMAYA ÇALIŞTILAR. Şimdi bu hilelerin ayrıntılarına bakalım:
MEKKENİN ÇEVRESİ BÜTÜN DÜNYA ANLAMINA GELİR Mİ?
Bu kutsal mubarek kitaptır.Onların ellerindekini doğrulayandır.Ana şehri(Mekke) ve çevresindekileri uyarman için indirdik(ENAM 92 KURAN)Kuranı sana Arapça indirdikki ana kent(mekke) ve çevresini uyarabilesin(ŞURA 7 KURAN)
Şimdi bu ayetlere bakıp mekkenin çevresi bütün dünya ve bütün insanlıktır diyorlar.Bu elbetteki açık bir saptırmadır.Kuran çevre derken civarı kasteder.Yakın civarı.Bütün dünyayı kastetmez.
Pabuçlarını çıkar Musa.Çünkü Kutsal yerdesin,tuvadasın(TAHA 12 KURAN)
Ey musa bu ateş ve çevresindekiler mubarek kılındı(NEML 8 KURAN)
Eğer çevre demek bütün dünya demekse o zaman ateşin çevresindekiler kutsal kılındığına göre,bütün dünyadakiler kutsal kılındı mı diyecekler? Ateş ve çevresi kutsal olduğu için Musa papuçlarını çıkarmak zorundadır. Eğer ateşin çevresi bütün dünyaysa o zaman bütün dünya kutsal kılınmıştır ve musa dünyanın her yerinde çıplak ayakla gezmek zorunda kalacaktır.
Mescidi aksa ve çevresi mubarek kılınmıştır(İSRA 1 KURAN)
Çevre demek bütün dünya demekse o zaman;mescidin çevresi kutsal kılındı derken dünyanın her yeri kıtsal kılındı mı demiş oluyor? Görünen o ki çevreden kasıt sadece civarıdır. Yani kabenin çevresinde 7 defa dolaşmak(tavaf) bütün dünyanın etrafını 7 defa dolaşmak olmadığı gibi,mekkenin çevresi de,kudüsün çevreside,ateşin çevreside yakın çevre anlamına gelir.Civar anlamında.Bütün dünya anlamında değil. Zaten Kuran Mekkenin Çevresini ARAPÇA KONUŞANLARLA SINIRLANDIRMIŞTIR: Mollalar,mekke civarı diyen ayetlerin bütün insanlıgı kastettiğini iddia etsede,durum hiç öyle değildir.Çünkü ayetler Mekke Civarı kelimesine Arapça konuşulan civar olması gibi bir ön koşulda ekliyorlar.Eğer ARAPÇA kelimesi konulmamış olsa mollalar paçayı kurtarabilirdi.Ama ayetler açıkça Arapça bilenlerden ve Arapça konuşanlardan ibaret bir çevreden bahsediyor.Hatta Kuran ın Arapça inmesinin sebebini de MEKKE VE ÇEVRESİNDEKİLERİN ARAPÇA KONUŞANLARDAN İBARET OLMASINA BAGLIYOR
Kuranı sana Arapça indirdik ki,ana kent(mekke) ve çevresini uyarabilesin(ŞURA 7 KURAN)
Bundan önce bir rahmet ve önder olan Musanın kitabı var.Buda LİSANI ARAPÇA OLAN KİMSELERİ uyarman için indirilen bir kitaptır(AHKAF 12 KURAN)
Aslında TEK ANA KENT YOK PEK ÇOK ANA KENT VAR.Yani her kavmin bir ana kenti ve çevre kentleri var.Yahudilerin Kudüs,Arapların Mekke v.b. Bir ana kentin çevresi diğer ana kentin çevresi başlayınca sona eriyor. Ve her kavmin ana kentine ve çevresine ayrı bir peygamber gerekiyor:
Rabbin memleketlerin ana kentlerine peygamberler yollamadıkça o memleketleri helak etmez(KASAS 59 KURAN)
Sen peygamberlerden birisin.Bütün kavimlerin her biri için ayrı bir peygamber vardır(RAD 7 KURAN)
Aslında anlatılmak istenen bir kavmin her şehrine değil sadece ana kentine peygamber yollanacağıdır.Ana kente yollanan peygamberin o kavmin çevre kentlerinede yollanmış olacağıdır.
Dileseydik elbetteki her beldeye ayrı bir peygamber yollardık(FURKAN 51 KURAN)
Ama hayır bunu yapmıyoruz diyor.Bir kavmin sadece ana kentine peygamber yolluyoruz diyor. ####################
KURANDA İNSANLAR KELİMESİ BÜTÜN İNSANLIK ANLAMINA GELİYOR MU?
Deki ey insanlar topluluğu ben sizleri uyarmak için geldim(ARAF 158 KURAN)
Seni bütün gönderişimiz insanlara uyarıcı olmandır,başkası şey değil(SEBE 28 KURAN)
Bu ayetleri göstererek bakın insanlara gönderildin diyor,o zaman bütün insanlara gönderildi anlamı çıkar diyorlar. Buda bilinçli yapılan bir aldatmaca ve yanıltmadır.Çünkü Kuran insanlar yada insanlar topluluğu(Lİ EN NASİ) derken PEYGAMBERİN KAVMİNDEN OLAN İNSANLARI kastetediyor.Yani İNSANLAR derken BİR KAVMİN İNSANLARI kastediliyor.
Musa asayla taşa vurunca sular fışkırdı ve bütün insanlar(kulli en nasi) o sudan içtiler(BAKARA 60 KURAN)

Şimdi bütün insanların o suyu içmesi ne anlama geliyor?Çinden Brezilyaya kadar bütün insanlar mı?Yoksa sadece Musa nın kavminden olan bütün insanlar mı? Açıkça bütün insanlar diyerek tek kavmin bütün insanları kastediliyor.Musa kavminden olan bütün insanlar.Aynı şey muhammed içinde geçerlidir.Kuran insanlara gönderdik derken Muhammedin kavminden olan insanları kastediyor.
Allah dedi ey Musa;seni bütün insanların başı olarak seçtim.Gönderdiklerimle ve sözlerimle(ARAF 144 KURAN)
Şimdi ne diyelim?Musa bütün yeryüzü insanlarının başınamı getirildi?Elbetteki hayır.Yine bütün insanlardan kasıt Musa kavminden olan insanların tamamıdır. Aynı şekilde Muhammedi insanlara yolladık derkende;kendi kavminden olan bütün insanlara gönderdik demiş oluyor. Bütün kavimlerin bütün insanlarına değil.Nasılki Musa sadece kendi kavmi olan insanlara gelmişse,Muhammed de sadece lisanı Arapça olan insanlara gelmiştir:
Bundan önce bir rahmet ve önder olan Musanın kitabı var.Buda LİSANI ARAPÇA OLAN KİMSELERİ uyarman için indirilen bir kitaptır(AHKAF 12 KURAN)
Musa nın kitabı Arapça olmadığı için,Araplar ondan sorumlu değiller. Zaten Kuran anlayışında bir peygamber milyonlarca kişiye gönderilmez.
Onu(Yunus’u), yüz bin yahut daha fazla kişiye peygamber olarak gönderdik.(SAFFAT 147 KURAN)###########################
ALEM(BİLEN) KELİMESİNİN SAPTIRILMASI VE İSTİSMARI:
Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne)
Merhametimizle seni alemlerden başkasına göndermedik(ENBİYA 107 KURAN)
Tefsirin babası denilen en eski ve en büyük tefsirci sayılan İBN-İ ABBAS,alem kelimesinin sadece şuurlanmış olanları kapsadığını söylemiştir.Bir kavim yada bir zümre içindeki şuurlanmışları.Yani günümüz tabiri ile aydınları,cahil olmayanları. http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_bin_Abbas
İbni Abbas Ankebut Suresi 15 nolu ayetini ve Kamer Suresi 15 nolu ayetini referans göstermiştir buna. O ayetlerde;geminin alemlerin düşünmesi ve ibret alması için geriye bırakıldığı söyleniyor.Gerekli ibreti almak sadece aklını iyi kullananlara özel olduğu için,alemler ibret alır demek aklını iyi kullananlar ibret alır demektir.Yani alem ile aklını iyi kullanan aynı anlamdadır.Zira akılsızlar ve cahiller ibret alamayacağı için cahiller alem(ibret alan akıllılar) sayılamazlar. Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâ hââyeten lil âlemîn(âlemîne)
Gemiyi bilenlerin(alemine) ibret alması için geriye bıraktık(ANKEBUT 15 KURAN)
Onu bir işaret olarak geride bıraktık.Düşünüp ibret alınsın diye(KAMER 15 KURAN)
İlk ayet alemler ibret alsın diyor.İkinci ayet düşünüp ibret alınsın diyor.Yani alem demek düşünüp ibret alan demektir. Bu çok yerinde bir çıkarımdır.Alemler ibret almalıdır(KAMER 15) denildiğine göre,şuursuzlar ibret alamayacağına göre:demek ki alem demek şuurlu olan demektir. Zaten ilginç olan,tercümanların diğer ayetlerde ALEM kelimesini Türkçeye çevirmeleri ve BİLEN anlamında çeviriye almalarıdır.Ama enbiya suresinde nedense ALEM kelimesini BİLEN olarak çevirmemişler ve olduğu gibi Arapça bırakmışlar.Neden?Bu size hiç ilginç gelmiyormu? Örneğin Yusuf suresi 77 nolu ayette ALEM kelimesini BİLEN(ALEMU) olarak çevirmişler.Ama enbiya suresinde olduğu gibi Arapça bırakmışlar.
vallâhu (ve allâhu) : ve Allah
a’lemu : iyice bilir/bilmektedir(YUSUF 77 KURAN)
Ve Allah iyice bilmektedir(YUSUF 77 KURAN)
Mollaların yaklaşım bütünlüğü yoktur.Yani bir yerde ALEM kelimesini BİLEN olarak çevirmişler ama başka yerde ALEM kelimesini olduğu gibi Arapça bırakmışlar.Bu bir çelişkidir ve her çelişki bir operasyondur.Örtbas etme operasyonu. O halde ayeti yeniden yazalım: Seni merhametimizle BİLENLERDEN(ALEMU) başkasına yollamadık(ENBİYA 107 KURAN)
Yani BİR KAVMİN BİLENLERİNE YOLLADIK anlamındadır bu ayet. Kuran da ALEMU(BİLMEK) fiilide tek kavimle ilişkilendirilmiştir zaten:
Bunda bir kavmin bilmesi(YA-ALEMUNE) için ayetler vardır(NEML 52 KURAN)
Sıkıysa bu ayetteki alem kelimesinide olduğu gibi Arapça bıraksınlarda görelim boylarını.O zaman şu anlama gelir ayet:SİZ ÇOK ALEM BİR KAVİMSİNİZ Şu müslüman tercümanlar gerçektende alem adamlar [Smile]
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Bir kavmin bilmesi için yada bir kavmin bilenlerine(ya alemune) diyor açıkça. Alem kelimesindede kavmi aşan bir şey yok yani.Bir kavmin alem/bilen olması için Arapçadır. Burada bir ayetle itiraz ediyor müslümanlar.Kuran sizden her kime ulaşırsam onu uyarayım diye indirildi anlamındaki bir ayeti öne sürüyorlar.Yani ENAM 19 nolu ayeti.
De ki: ‘Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?.’ De ki: ‘Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu KURAN SİZDEN HER KİME ULAŞIRSAM,KİME ERİŞİRSEM onu uyarmam için bana vahyolundu.Allah’la birlikte başka ilahların bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz?.’ ‘Ben buna şahitlik etmem’ de. ‘O, ancak tek bir ilahtır ve ben sizin eş koştuklarınızdan uzağım’ de.(ENAM 19 KURAN)
Burada SİZDEN her kime ulaşırsam diyor.SİZ diyerek kimi kastediyor?Kendi kavminden olan herkesi mi?Yoksa bütün kavimlerden olan bütün herkesi mi? Tabi ki kendi dilini anlayan kendi kavminden olan herkesi kastediyor siz derken.
SİZİN anlayabilmeniz için Kuranı Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Siz derken Arapça konuşan Arap kavmini kastetttiği çok açıktır.Bu ayetin Siz Japonların anlayabilmesi için Kuranı Arapça indirdik anlamına gelmediği açıktır.Siz derken Arapça konuşan Arap Kavmiyle sınırlı bir kitlanin kastedildiğini buradan kolayca anlayabiliriz. Siz diyerek bir kavmi kastettiği,Arap Kavmini kastettiği çok açıktır.
Eğer SİZ (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) SİZİ pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize SİZDEN başka BİR KAVİM getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. (Tevbe 39-KURAN)
“Eğer SİZ yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni SİZE bildirdim. Rabbim dilerse SİZDEN başka bir KAVMİ yerinize getirir de O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir.” (Hud 57-KURAN)
Kitap bu konuda oldukça net ve açık konuşmaktadır.
https://www.youtube.com/watch?v=58kOT74SPMc

Kuran'da gökbilimsel hatalar

Kuran yeryüzünü yani dünyayı düz bir mekan zannetmektedir.Ve Kurana göre yeryüzü evrenin en aşağı kısmını oluşturmaktadır.Yıldızlarla dolu gökyüzüde bu düz zeminden yani yeryüzünden yukarı doğru yükseltilmiş bir yerdir Kurana göre.
Biz dünyaya yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik-SAFFAT 6 KURAN
Kuran işte bu göğün yerden yükseltildiğini düşünüyor.
Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu-RAHMAN 7 KURAN
Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (RAD 2 KURAN)
O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık …… (Enbiya 30 KURAN)
Başlangıçta yeryüzü ile yıldızlı gök bitişik haldeyken Allah yıldızlı göğü direksiz olarak yerden yukarı kaldırmış ve yükseltmiştir görüldüğü gibi.(Yer ile gökleri birbirinden ayırdık demesi yerinde bir gök cismi olduğunu Kuran yazarının bilmediğini gösteriyor)
Ama bu çok yanlıştır.Çünkü yıldızlı gök dünyadan daha önce vardı.Hatta dünya bu yıldızlı uzay boşluğundan çekilen parçalardan oluştu.Bunu bilmediği için,kütle çekimini bilmediği için yıldızlı göğün yeryüzünden yükseltildiğini sanıyor Kuran.
Ve göğü nasılda yükseltmişiz-GAŞİYE 18 KURAN
Hatta Kuran bu yerden yükseltilmiş yıldızlı gökyüzünü yeryüzünün tavanı sanmaktadır.
Ve yükseltilmiş tavana and olsun-TUR 5-KURAN
Onu yükseltti ve bir tavan gibi yaptı-NAZİAT 28 KURAN
Yerden yükselttiği bu tavanın evrenin en altı olan yeryüzüne çökmemesi için Allah bu yükselttiği tavanı,gökyüzünü tutmaktadır:
Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye-HACC 65 KURAN
Dünya evrenin en alt kesimidir ve düz bir yapıdadır.Yıldızlı gök bu düz zeminden,dünyadan yükseltilmiş bir tavandır.
Göğün tavan olabilmesi için dünyanın düz bir yer olması gerekmektedir.Yuvarlak bir cismin tavanı olamaz.Dünyanın alt gökyüzünün üst olması lazımdır.Bu durumda dünyanın alt tarafında yıldızlı göğün bulunmaması gerekir.
Tavan düz yada kubbemsi olur.Yuvarlak değildir.Oysa dünya yuvarlak olduğu için gök/uzay dünyanın tavanı olamaz.Olsa olsa dünyayı her bir tarafından sarmalayan bir şey olur.Yani dünyayı düz sanan birinin ifadesidir göğü düz bir tavan olarak sunan ifade.
Yıldızlarla dolu bu gök yerden yükseltildiği için,gökyüzünün yere düşmesi tehlikesi vardır Kuranda.
Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu-RAHMAN 7 KURAN
…Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye . HACC 65 KURAN
Görünen o ki düz bir dünyanın üzerinde direksiz yükseltilmiş düz bir gök hayali var kuranda.Ve bu göğün yer üzerine düşme tehlikesi var.Tabi burada gök yukarısı dünyada aşAğısı konumunda sanılmaktadır.
Oysa uzay bilgisi olan herkes bilir ki;yukarısı ve aşağısı gibi kavramlar söz konusu değildir uzayda.
Dünyayı evrenin en aşağısı zanneden biri için söz konusudur göğün düşme hareketi.
Dünyayı evrenin en aşağısı zannettiği için;var olan her şeyin gök ve yer/dünya arasında olduğunu sanıyor.
Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık. -ENBİYA 16 KURAN
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennet için yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Âli İmran Suresi-133 kuran)
Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre, dünya da uzayda diğer gök cisimlerinden bir olduğuna göre “gök ile yer kadar” demek anlamsız bir ifadedir. Hatta bu ifadeden yerin en altta, uzayın ise üstte algılandığı anlaşılmaktadır.
Yer ile gökleri birbirinden ayırması,yerinde aslında bir gök cismi olduğunu bilmediğini gösteriyor.
Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kafir apışıp kaldı.(BAKARA 258 KURAN)
Görüldüğü gibi Güneş bir yere gidip geliyor sanmaktadır kuran.Oysa olay sadece Dünyanın kendi etrafında dönmesidir.Güneşin bir yere gidip geldiği yoktur.Yani Kuran kendi çağının astronomi cehaletini aynen paylaşmaktadır.
Ayrıca Güneş ve Ay peş peşe gidiyorlar Kuran yazarına göre.Dünya sabit duruyor Güneş ve Ay birbirini takip etme hareketi yapıyorlar zannetmektedir.
“Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”(Yasin 40 KURAN)
Burada güneş ve ayın arka arkaya gittiği ama çok iyi ayarlı olduğu birbirlerine değmediklerinden bahsediliyor, eski insanlar gökyüzüne baktıklarında önce güneşi sonra ayı görüyorlar ve bunların arka arkaya hareket ettiklerini düşünüyorlardı, ama durum farklıdır güneş galaktik merkezin etrafında dönerken, ay dünyanin etrafında dönmektedir, yani bunlar birbirlerini kovalamıyorlar, bunun gibi pekçok örnek var.
Dünyanın düz olduğunu açıkça yazan ayetlerde var.Bunlarda tercüme hileleriyle gözden kaçırılmaya çalışılıyor.
Ve yeryüzünü düz yaptı(sutıhat-düz olan-سُطِحَتْ)-GAŞİYE 20 KURAN
Yeri bir döşek kıldık-NEBE 6 KURAN
Döşek te ‘yuvarlak değil düz bir şey‘dir.Üzerine uzanacağınız düz bir zemini ifade eder.
Ve yeryüzünü yayıp döşedi-NAZİAT 50 KURAN
Ve yeri döşeyip yaydık(medednâ-hâ-مَدَدْنَاهَا)-KAF 7 KURAN
Yeryüzünü uzunlamasına yaydık(medednâ-hâ-مَدَدْنَاهَا)-HİCR 19 KURAN
Ve yere ve onu düzleyene(tahaha-طَحَاهَا)ŞEMS 6 KURAN
(ayette geçen tahaha açıkça düzleştirmek,düz kılmak anlamlarına geldiği halde modern çevirilerde farklı anlamlar verilmeye çalışılıyor.Böylece olayın üstü örtülmeye çalışılıyor.)
İbni Abbas,İbni Kesir ve Celaleyn tefsiri,bu ayetler dünyanın düz oluşunu çok iyi anlatır demişlerdir.
################################
O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay ise bir nûrdur, ona birtakım konaklar da tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz-YUNUS 5 KURAN
Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor.

Zulkarneyn'in minik güneşi

Kurandaki Zulkarneyn olayında açıkça anlatılan astronomi hatası müslümanları oldukça zora sokmaktadır.Ve bu konuda çeşitli hilelerle ve göz boyamalarla olayı kurtarmaya çalışmaktadırlar.Şimdi onların bu göz boyamalarına mantıklı bir şekilde yakından bakacağız ve ne kadar çelişkiye düştüklerini göreceğiz.
Sana Zulkarneyn hakkında soruyorlar.Deki size ondan geçekleşmiş bir anı okuyacağım(KEHF 83 KURAN)
Zulkarneyn güneşin battığı mekana ulaştı,güneşi çamurlu bir su kaynağında batarken BULDU(VECEDE-وَجَدَ),ve yanında bir de KAVİM BULDU(VECEDE-وَجَدَ)-KEHF 86 KURAN
Burada Güneşin içine girdiği,gömüldüğü bir mekana erişimin söz konusu olduğu açıktır.Güneşin dünya içinde bir yere gömülecek kadar küçük olduğunun zannedildiği,güneşin dünya içinde bir yolculuk yaptığının zannedildiğide açıktır.
Bütün bunları gören müslümanlar ayeti anlamından saptırarak ayette olmayan hayali anlatımları getirip konuya dahil etmeye çalışıyorlar.Müslümanlara göre Zulkarneyn deniz kenarına gitti ve sahilden Güneşi denize gömülüyormuş gibi gördü.
Halbuki ayette DENİZ(BAHRE) kelimesi geçmiyor.Su kaynağı,su kuyusu kelimesi geçiyor ki;kuyunun sahili falan olmaz zaten.
Artı ayet neden Güneşi gördü demiyor da Güneşi buldu diyor?
Eğer ayet müslümanların anladığı şeyi demek isteseydi Güneşi gördü ifadesini kullanırdı.Ama kullanmıyor.
Ayrıca Zulkarneyn müslümanların sandığı gibi deniz kenarına gittiyse, ayette neden deniz(bahre) kelimesi geçmiyor?
Olay müslümanların anladığı gibiyse;ayetlerde neden Gün batımına kadar yürüdü demiyor,neden gün doğumuna kadar yürüdü demiyor,neden deniz kıyısına ulaşana kadar yürüdü demiyor?
Ayet sadece güneşin gözden kaybolmasını kastetseydi idbâre derdi.Oysa bunun yerine fiziki olarak batmak anlamındaki garrabe kelimesini kullanıyor ayet.Neden?
Onu tesbih et,gecenin bir bölümünde ve yıldızlar batınca(idbâre-إِدْبَارَ)-TUR 49 KURAN
Gözden kayboluş anlamındaki bu kelime kullanılmadığı gibi,birde balçıklı bir gözenin içinde yapılan fiziki batma hareketini anlatıyor Kehf suresi.
İş müslümanların sandığı gibi olsaydı;Güneş balçıklı bir gözenin içinde batmaz,Zulkarneyn göz yanılmasına uğradı derdi Kuran.Ama demiyor.
Garra kelimesi dalmak anlamındadır oysa.Dalıp çıkma sözündeki çıkmanın tersi olan dalmak hemde:
Kuvvetle çekip alanlara,dalarak(garkan-غَرْقًا)-NAZİAT 1 KURAN
Garkan,gar edenler,dalanlar.Şimdi aynı gar etmek,dalmak,gömülmek fiilini güneşin balçıklı bir göze içinde yaptığını görüyoruz Kehf suresinde.
Ve bütün bunlar görmezden gelinerek,sanki ayet Güneşi buldu dememiş te Güneşi gördü demiş gibi davranılıyor.
Oysa ayet gördü falan demiyor;Güneşi buldu diyor,hemde balçıklı bir gözede fiziki bir eylem gerçekleştirirken buldu diyor,
Güneşin battığı yere eriştiği zaman,onu balçıklı bir gözede batıyorken(garabe) buldu(VECEDE-وَجَدَ)Yanında birde kavim buldu(VECEDE-وَجَدَ)-KEHF 86 KURAN
Olayın bu şekilde,özellikle su içinde aşağıya doğru gömülüşle çağrışım yapan,batış,çöküş gömülüş anlamlı garra fiiliyle açıklanmasını neye işaret ettiği açıktır.
Güneşin su kaynağına gömülmesi için ayet neden garake değil garabe diyor sorusuna gelince,garake boğulmak içinde kullanıldığı için,Güneşin boğulması söz konusu olmadığı için kelimenin garake şekli değil garabe şekli kullanılmıştır bunun için.Hepsi bu.
Garake deseydi Güneşin boğulmasınıda söz konusu etmiş olacaktı çünkü.Bu sebeple garakeyi kullanmıyor olması garabe fiilini fiziki bir eylem olmaktan çıkarmaz.Zaten bütün Arap diline hakim olanlar bilirki garabe fiziki bir eylemdir.Ayette güneşin bu fiziki eylemi çamurlu bir gözenin içinde(dışında değil) yaptığıda açıkça söylenmektedir üstelik.
Ama tatlı su kurnazlığı yapılarak,Güneşin gömülüşü için garake değilde garabe fiilinin denilmesi öne sürülerek,garabe fiilinin fiziki bir eylem olduğu gerçeği dikkatlerden kaçırılmak isteniyor.Oysa gareke dememesi ve onun yerine garabe demiş olması,garabe fiilinin fiziki bir eylem olduğu gerçeğini değiştirmez ki.
Halbuki gök cisminin gözden kayboluşu için,gökteki görüntünün kayboluşu için,garra ile alakası olmayan farklı kelimeler kullanılır.
Ve gecenin bir bölümünde onu tesbih et.Yıldızlar batınca(idbâre-إِدْبَارَ)-TUR 49 KURAN
Ve Yıldız kayıp/kaybolup(hevâ-هَوَى) gittiğinde(NECM 1 KURAN)
Fakat gece olunca gördüğü yıldız kaybolup gitti(efele-أَفَلَ)-ENAM 76 KURAN
Zulkarneyn olayında niye güneş batması için efelet kullanılmıyor?
Neden efelet kelimesi dururken gömülmek/batmak/dalmak fiili olan garra kullanılıyor?
Zulkarneyn güneşin batışını görmeye değil güneşi batar vaziyette bulmaya gidiyor.Amaç batışı görmek olsa bunu her hangi bir yerden rahatça görebilirdi.Bunun için özel bir yere erişmesine gerek yoktur.Günbatımı her yerden görülebilir bir şeydir sonuçta.
Ama dünyanın kendi etrafında döndüğünü bilmezseniz;Güneş bir yerden başka bir yere gidip geliyor zannedersiniz.Tıpkı Zulkarneyn olayındaki gibi.
Aynı şeyi İbrahim olayındada anlatıyor Kuran yazarı.
Ve Kuran Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü bilmediği için;Güneşin doğup batması olayını Güneşin hareketine yoruyor.Oysa olay sadece dünyanın kendi etrafında dönmesi olayıdır.Bunu bilmeyen Kuran yazarı olayı Güneşin bir yere gidip gelmesi olarak sunuyor.
Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kafir apışıp kaldı.(BAKARA 258 KURAN)
Görüldüğü gibi Güneş bir yere gidip geliyor sanmaktadır kuran.Oysa olay sadece Dünyanın kendi etrafında dönmesidir.Güneşin bir yere gidip geldiği yoktur.Yani Kuran kendi çağının astronomi cehaletini aynen paylaşmaktadır.
Aynı şey Tevratta da vardır.Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü bilmeyen Tevrat yazarı Güneşin bir yerlere gidip geldiğini zannediyor.Ve Yeşu Güneşe dur kalk yaptırıyor:
RAB’bin Amorlular’ı İsrailliler’in karşısında bozguna uğrattığı gün Yeşu halkın önündeRAB’be şöyle seslendi: “Dur, ey güneş, Givon üzerinde .Ve ay, sen de Ayalon Deresi’nde.”(Yeşu 10:12 TEVRAT)
Halk, düşmanlarından öcünü alıncaya dek güneş durdu, ay da yerinde kaldı. Bu olay Yaşar Kitabı’nda da yazılıdır. Güneş, yaklaşık bir gün boyunca göğün ortasında durdu, batmakta gecikti.(Yeşu 10:13 TEVRAT)
https://www.youtube.com/watch?v=Uy5vl8SG6hA
https://www.youtube.com/watch?v=NRattMa46eI

NOT:Aslında yuvarlak bir dünyada Zulkarneyn'in güneşin uzaklaşma hızında ilerlediğini farz edersek;Güneş ilerledikçe Zulkarneyn de ilerleyecek ve en sonunda Zulkarneyn başladığı yere geri dönecektir.Dünya yuvarlak olduğu için;Güneşin battığı bir yer bulamayacak ve hem güneş hem Zulkarneyn aynı yere geri dönmüş olacaklar.Ki aslında Güneş bir yere gidip gelmiyor,dünya kendi etrafında dönümüş oluyor.Onun için Zulkarneyn Güneşin uzaklaşma hızında ilerler derken;dünyanın kendi etrafındaki dönüş hızında ilerler demiş oluyoruz.

müslüman değilsiniz,mevalisiniz

İslam en erken zamanlarında oluşan Emevi devleti;Arap olmayanların isteselerde müslüman olamayacaklarını söylüyorlardı.Arap olmayan biri müslüman olmak istese bile sadece mevali olabilir diyorlardı.Çünkü Kuran ben sadece Arap kavmi için düzenlendim diyordu.Arap olmayanlar için düzenlenmedim diyordu.Mevali demek dost demektir,sempatiyle bakan demektir.Onun için biz müslüman olduk diyen Arap dışı kavimler emeviler tarafından sadece İslama sempatiyle bakanlar,İslama dost olanlar şeklinde görülüyorlardı.Ama müslüman olarak görülmüyorlardı.

Kuran'ın yeni yazıya geçirildiği dönemlerde o zamanın Arapçasına çok iyi hakim olan Emeviler bunu neye dayanarak söylüyorlardı?Kurandan bu sonucu nasıl çıkarmışlardı?Aslında Emevilerin gayet haklı olduğunu,bu konuda Kuranı gayet iyi anladıklarını bu gün bile görmek mümkündür.

Hatta emeviler kimse İslamdan başka din aramasın ayetininde Araplara söylenmiş Arapça bir söz olduğunu,Arapların Arap İslamından başka bir din aramamaları gerektiğini söylediğini,bu ayetin Arap olmayanlara seslenmediğini de söylemişlerdir.

Kim İslâm’dan(teslim olmaktan) başka bir din ararsa,bilsin ki o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.(ALİ İMRAN 85-KURAN)

Emevilere göre Allaha teslim olma(islam) işini her kavim kendi dilinde inen mesajla yapmalıdır.Kendi dilinde inen mesaja uygun bir şekilde yapmalıdır.

Arap olmayan birileri Arap İslamının dışında bir dine teslim olursa bu kendisinden kabul edilir.Arap olmayan biri örneğin Yahudiliği veya Sabiiliği seçerse bu kendisinden kabul edilir.Yetrki ahiret yoktur demesin ve başkalarına iyilik yapsın.

İman edenler ile yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.(MAİDE 69-KURAN)

Şüphesizki hem iman edenlerden;hemde yahudilerden, hıristiyanlardan ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.(BAKARA 62-KURAN)

Şimdi Kuran'ın Emevilere hak verip vermediğini görelim.Kuran kendisinin bütün kavimler için geldiğinimi söylüyor?Yoksa kendisinin sadece Arap kavmi için geldiğinimi söylüyor?



O kendini bütün kavimlere gelmiş bir kitap olarak tanımlamaz.Ben sadece Araplar için düzenlendim der.

O açıkça SADECE ARAPLARA GELDİĞİM İÇİN ARAPÇAYIM demektedir.
Kuran kendini bütün kavimlere ve bütün dillere gelmiş bir kitap olarakmı sunuyor?Yoksa sadece Arap Kavmine gelmiş bir kitap olarakmı sunuyor?Altın soru budur ve bu soru eşliğinde Kuran incelenmelidir.
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle sesleniriz.O kavmin kendi içinden bir peygamber yollayarak bunu yaparız.Böylelikle onlara anlatabilir(İBRAHİM 4 KURAN)
O zaman Türk kavminede sadece Türkçe konuşan bir peygamberle,Türkçe inen bir mesajla seslenmesi şarttır.Böyle bir Tanrı Türk Kavmine de Türkçe inmeyen bir kitapla,Türk olmayan bir peygamberle seslenmek istemeyecektir. Bu ayet aşağıdaki gibi de tercüme edilebilir.Her iki tercümede aynı kapıya çıkar.
Biz bütün peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin.(İBRAHİM 4 KURAN)
Görüldüğü gibi gönderilen peygamber ile gönderildiği kavmin dili,yani sorumlu tutulacak kavmin dili aynı olmalı,farklı olmamalı diyor İbrahim 4 nolu ayet. Yani hiç bir peygamber kendi dilini anlamayan yabancı kavimlere yollanmıyor.Hepsi kendi dilini anlayan kendi kavmine yollanıyor sadece.Böylece her kavim kendi dilini konuşan kendi içinden bir peygamberden mesaj dinliyor.Yabancı dilde bir mesajdan sorumlu tutulmamış oluyor. Yani her kavmin kendi dilini konuşan kendi içinden olan bir uyarıcı peygamberi olmalıdır bu ayete göre.Ve peygamberde kendi dilini anlamayan kavimler için değil,kendi dilini anlayan kendi kavmi için yollanmış oluyor. Peki Muhammed ve Kuran mesajı bu konuda istisnamıdır?Elbetteki hayır.Ayetler Kuran mesajınında bir kavim için olduğunu,bütün kavimler için olmadığını söylüyor.
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Görüldüğü gibi ayet Kuran bütün kavimler içindir demiyor.Bütün diller içindir demiyor. Bir kavmin dili göz önünde bulunduruluyor,bir kavmin bilmesi göz önünde tutuluyor.Bütün kavimlerin bilmesi yada bütün kavimlerin dilleri göz önünde tutulmuyor. O kendisinin düzenleniş amacı hakkında sadece Arap diline ve Arap Kavmine yönelik ifadeler kullanır. Bu ayetteki TEK KAVİM İÇİN(Lİ KAVMİN-لِّقَوْمٍ) sözü tercümelerde görmezden gelinir. Ve ayetteki YA’LEMU(يَعْلَمُونَ) kelimesi BİLEN DURUMUNA GELME anlamındadır ve ayette tek kavim kelimesiyle bağlantılı kullanılmıştır. Fussilet 3 nolu ayet Meryem 97 nolu ayetle birlikte okunursa durum daha iyi anlaşılır: (Meryem suresi 97 nolu ayet Kuran bütün kavimleri uyarman içindir dememiş.Tek kavmi uyarman içindir demiş.)
Biz o Kur’ân’ı senin lisanınla kolaylaştırdık ki, onunla inatçı bir kavmi müjdeleyesin ve uyarasın.(MERYEM 97 KURAN)
Bu Kuran’ın ayetleri Arapça açıklandı,bir kavmin bilecek olması için (FUSSİLET 3 KURAN)
Arapça olmasaydı o tek kavim bilemeyecekti.Bilir olma durumuna gelemeyecekti.
SİZİN anlayabilmeniz için Kuranı Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Siz derken Arapça konuşan Arap kavmini kastetttiği çok açıktır.Bu ayetin Siz Japonların anlayabilmesi için Kuranı Arapça indirdik anlamına gelmediği açıktır.Kuran açıkça kendini Araplarla sınırlıyor.Sadece Arapların anlamasını göz önünde bulunduruyor.
Senden mucize istiyorlar.Sen sadece uyarıcı bir peygambersin.Bütün kavimlerin her birinin kendi uyarıcı peygamberi(hidayetçisi) vardır(RAD 7 KURAN)
Ve her kavmin uyarıcı peygamberi de o kavmin kendi dilinde olmalıdır Kurana göre:
Biz bütün peygamberleri başka değil;sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmine yollarız.Böylece onlara anlatabilsin.(İBRAHİM 4 KURAN)
Her kavme başka değil,sadece o kavmin kendi diliyle seslenen o kavmin kendi içinden bir peygamber yollarız.Böylelikle onlara anlatabilir(İBRAHİM 4 KURAN)

Peki bu neden böyledir?Neden bir kavmin sorumlu tutulacağı mesaj o kavmin kendi dilinde inmiş olmalıdır?Çünkü her kavmin yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı vardır Kurana göre.Mesaj yabancı dilde inmişse bunun sakıncalı ve istenmeyen bir durum yaratacağını söyleyen bizzat Kuran’ın kendisidir.
Eğer onu Arapça bir Kuran kılmasaydık,neden dilimizde inmedi,Arap olana Arapça olmayan bir kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
O zaman Türklerinde neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe olmayan kitap yollanırmı hiç? deme hakları vardır. Hatta Araplar bizden öncekilere inen kitaplar bize yabancıydı,okunuşları dilimize yabancıydı demesinler diye Kuran’ın indirildiğini söyleyen ayetler vardır.
“Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okunmasına yabancıydık” demeyesiniz diye.(ENAM 156-kuran)”
Arap Kavmi bize kendi dilimizde kitap inmedi,okunmasına yabancı olmadığımız kitap inmedi demesinler diye Kuranın indirildiği böylece belirtiliyor ayetlerde.Peki o zaman Türklerin de neden bize kendi dilimizde kitap inmedi,okunmasına yabancı olmadığımız kitap inmedi deme hakları vardır.
O senin için ve kavmin için bir zikirdir.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız(ZUHRUF 44 KURAN) Yine bütün kavimler ondan sorumludur dememiş.Bütün kavimler ondan sorumludur demeyi unutmuş olmalı.

Kuranı pürüzsüz bir Arapçanın dışında indirmedik ki,korunabilsinler(ZUMER 28 KURAN)
O halde Türklerin korunabilmesi için de pürüzsüz Türkçe bir kitap inmelidir. Kuran tek kavim demekle yetinmez.O tek kavmin özelliklerinide sayar. MUHAMMED’DEN ÖNCE ATALARI HİÇ UYARILMAMIŞ OLAN BİR KAVİMDİR:
Seni ataları uyarılmamış olan o bir kavmi uyarman için gönderdik(YASİN 6 KURAN)
Yoksa onu kendisi uydurdumu diyorlar?Hayır o haktır.Senden önce hiç bir uyarıcı/peygamber gelmemiş olan o tek kavmi uyarman için sana indirildi(SECDE 3 KURAN)
Ve biz onlara senden önce bir uyarıcı/peygamber yollamadık,kitaplarda vermedik(SEBE 44 KURAN)

ARAPÇA OLANI ANLAYABİLEN,ARAPÇA OLMAYANA İTİRAZ EDEN BİR KAVİM:
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik(YUSUF 2 KURAN)
Şimdi bu ayeti Japonlara uygulayın;ey japonlar,Kuranı anlayabilesiniz diye Arapça indirdik.
Eğer onu Arapça kılmasaydık,neden dilimizde inmedi derlerdi.Arap olana Arapça olmayan kitap yollanırmı hiç derlerdi(FUSSİLET 44 KURAN)
Peki ya Türkler deseki neden dilimizde inmedi?Türk olana Türkçe inmeyen kitap olumu hiç deseler?Ayet Türklere bu itiraz hakkını tanıyor. Asla doğru çeviremiyecekleri bir özel ayet var.Nahl suresi 64.ayeti.
Kuranın bütün amacının tek kavmin sorunlarını çözmekten ibaret olduğunu söylüyor bu ayet.O sebeple Nahl 64.ayetini asla doğru çevirmeyeceklerdir.Ayetteki bütün kelemeleri aşağıda veriyorum. وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
ve mâ enzelnâ=ve biz indirmedik,aleyke el kitâbe=sana kitabı,illâ=den başka,li tubeyyine=açıklaman için,lehum=onlara,ellezî ihtelefû=ihtilafa düşmüş/düştükleri, fî-hi=ona dair/onun hakkında,ve huden=ve hidayet,ve rahmeten=ve rahmet,li kavmin=tek kavim için,yu’minûne=iman etmeleri/müminlik Kitabı sana başka şey için değil,sadece kendi arasında ihtilaf yaşayan tek kavim için(li kavmin) uyarı,hidayet ve rahmet olarak indirdik.İman etsinler(NAHL 64 KURAN) Kuranın iniş amacının tek kavmin sorunlarını çözmekle sınırlı olduğunu açıkça söylediği için,bu ayeti asla doğru çevirmeyeceklerdir.

####################################

İSLAM-ESLİM-TESLİM

Ve Kuran'ın anlayışına göre İslam yani teslim olmak Arap dilinde düzenlenen bir mesajla sınırlı değildir.Her kavim kendi dilinde inen bir mesajla yaratıcıya teslim olma(islam-eslam-islam) işini yerine getirmelidir.

Örneğin İbrahim kendi dilinde inen bir mesajla İslam(eslim-teslim) olma işini yerine getirmiştir.İbrahim döneminde Arapça yoktu,Arap kavmide yoktu.Ama buna rağmen İbrahim kendi dilinde düzenlenen kendi kavminin diliyle düzenlelenen bir mesajla İslam(eslim-teslim) işini gerçekleştiriyordu.Arapça olmayan bir dildeki mesajla müslüman(teslim) oluyordu.

Rabbi ona(İbrahim'e) İslam ol(teslim ol) dediğinde;alemlerin rabbine teslim(islam) oldum demişti(Bakara 131-KURAN)

İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi. (ali imran 67-KURAN)

Demekki Arapça olmadan da İbrahim kendi kavminin diliyle gelen bir mesaja uyarak müslüman olabiliyordu.Her kavmin kendi dilinde inen bir mesajla müslümanlık(teslimiyet) göstermesi gerekiyor.Kurana göre müslümanlık bir kavmin kendi dilinde gelen mesaja teslim olması yada reddetmesi durumudur.

İbrahim'in kavmi de, Lut'un kavmi de yalanladılar.(Hac 43-KURAN)

İbrahim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. (Ankebut 16-KURAN)

Hatta İsa ve Havariileri de Arapça olmayan bir mesajla müslüman(teslim olma) işini gerçekleştirmişlerdi:

Hani havarilere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslimune-مُسْلِمُونَ) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.(Maide 111-KURAN)

Ve İsrail kavmide kendi dillerinde inen mesajla bu İslam(teslim) olma işini yapmalıdırlar:

Musa dediki;ey kavmim eğer siz gerçekten Allaha iman ettiyseniz ona teslim olan müslümanlar(muslimîne-مُّسْلِمِينَ) olunuz(Yunus 84-KURAN)

Hatta Arapça Kurana değil kendi dillerindeki Tevrat'a göre teslim(islam) olmalılar.Muhammed'in değil Tevrat'ın hükümlerine uymalılar.

”İçinde Allah ın HÜKMÜ BULUNAN TEVRAT ELLERİNDE varken,gelip senden hüküm vermeni istemesinler=MAİDE SURESİ:43.AYET-KURAN”

Tevrat ı ve İncil i hakkıyla UYGULASINLAR=MAİDE SURESİ:68.AYET-KURAN”

Aynı şey İncil içinde geçerli;

İncil sahipleride Allah'ın İncilde indirdiği hükümlerle hükmetsinler.Kim Allah'ın hükümleriyle hükmetmezse yoldan çıkar(Maide 47-KURAN)